Siyasal
iktidarın medya dünyasını belirleyici karakteristiği üzerinde en temel
sınıflandırmalardan birisi geçtiğimiz yüzyılın ortalarında Siebert ve arkadaşları3 tarafından çizilmiştir. Buna göre, Demokratik
ülkelerde medya sahipliği, siyasal iktidarla olan ilişkisi liberal kurallar
çerçevesinde şekillenmekte ve ilişki karşılıklı etkileşim temelinde işleyişini
sürdürmektedir. Doğal olarak medya yasama yürütme ve yargıdan sonra dördüncü
bir güç olarak konumlandırılmış olmaktadır. Totaliter ülkelerde uygulanan
siyasal sistemin özelliklerine bağlı olarak medya kuruluşları devletin kontrolü
altında bulunmaktadır. Devleti elinde bulunduran siyasal iktidar medya
kuruluşlarının sistemi ve işleyişi üzerinde doğrudan müdahil olma yetkisine
sahiptir. Böylece, medya kuruluşlarının siyasal alan üzerindeki etkinliği
sınırlanmış olmaktadır. Bir ülkedeki siyasal rejimin niteliği, bir kurum olarak
medyanın yapısını, işleyişini şekillendirirken en önemli etkisini medya
siyasetinde göstermektedir.
Çağdaş
demokrasilerde kamuoyunun temsilcisi olarak bağımsız ve özgür medya görev
almakta, medya hem kamusal iradeyi açıklamakta bir araç ve aynı zamanda kamusal
iradeyi yönlendiren bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır4.
Ülkemiz demokratik siyasal
bir rejim olmasına karşın medya ve hükümetler arasındaki ilişki bakımından,
dünyada sınırlı özgür ülkeler arasında gösterilmektedir5. Ancak burada
sınırlama özgürlüklerin kısıtlanması anlamıyla ele alınabileceği gibi medya
organlarının işleyiş ve yapılarının demokratik usullerle düzenlenmesi anlamında
da değerlendirilebilir. Bu konuda ülkelere göre farklı sistem yapıları görmek
mümkündür. Ülkemiz açısından örneğin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’ün
Türkiye’deki iletişim alanına müdahalesi üç şekilde kendisini göstermektedir.
Bunlar; kural koyma, denetleme, yaptırım ve frekans tahsisi gibi örgütsel
sınırlamalar6
şeklinde değerlendirilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder