12 Haziran 2013 Çarşamba

Özel Yayıncılık

Özel Yayıncılık

Türkiye’de yayıncılık alanında meydana gelen ve 1980’li yılları içeren özel yayıncılık girişimleri, dünyadaki yeni ekonomik politikalar çerçevesinde değerlendirildiğinde daha anlamlıdır. Özellikle 1970’li yıllarda temelleri atılan yeni ekonomi modeli (post-fordist) tüm toplumsal dinamiklerin yeniden tanımlanmasına yol açarak, köklü değişikliklere gidilmesine neden olmuş,  bu bağlamda ulus devletlerin üretim sürecindeki ekonomik hakimiyeti sorgulanmaya başlanmış; hatta ulus devletler iktidarlarından vazgeçmeye itilmiştir. Sonuç olarak ulus devletler, üretimdeki büyük oranlı paylarını, yeni ekonomi politikaları çerçevesinde çok uluslu şirketlerle paylaşmak zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bu tarihten sonra yayıncılık alanında meydana gelen gelişmeleri de bu paylaşım zorunluluğu bağlamında okumak gerekir. Çünkü kitle iletişim araçları ve özellikle televizyon yeni ekonomi politikaları ve bunun ideolojik şekillendirmesi temelinde önemli birer taşıyıcı olarak görülür ve çok uluslu şirketlerin hedefi bu araçlar yardımı ile dünyanın en ücra köşelerini ulaşılabilir kılmak, buralarda yaşayan hemen herkesi müşterisi haline getirebilmek ve tüketim seferberliğine bu insanları dahil edebilmektir. Bu nedenle televizyon ve diğer kitle iletişim araçları, bu çok uluslu şirketlerin rasyonaliteleri çerçevesinde şekillenmiş, ulus devletlerin iktidarlarının elinde bulunan yayın hakları da bu şekillendirmeden payını almıştır. Türkiye’de özel televizyonculuğa geçiş bu bağlamda ele alınıp değerlendirilmelidir. Kısaca değinilmesi gereken bir başka nokta ise, yayıncılıkta gelinen yeni noktanın beraberinde getirdiği zorunluluklar ile ilgilidir. Artık dünyadaki yeni ortam, yayıncılık alanında meydana gelen teknolojik gelişmeler  (kablolu ve dijital yayıncılık) ve bu gelişmelere bağlı yüksek maliyetteki yatırım ortamı, ulus devlet hâkimiyetindeki yayıncılık anlayışının değişmesinde başka bir zorunluluktur. Bu, dünyada yaşanan yeni ekonomi politikaları çerçevesinde şekillenen rekabet ortamı içinde gerekli donanımlara sahip olup olmama konusu ile yakından ilgilidir. Türkiye bu rekabet ortamı ile TRT tekelinin tek başına mücadele edebilmesi çok da mümkün değildir ve özel yayıncılık girişimleri ve tecimselleşme çabalarını bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Özel yayıncılık anlamında 26 Aralık 1988 yılında uygulamaya koyulan uydu aracılığıyla yabancı kanalların kablolu sistem ile dağıtımına başlanması önemli bir aşamadır. Bu tarihten sonra gelişen ve değişen yayıncılık şartları kendini oldukça etkin bir şekilde hissettirmeye başlamıştır.

1 Ekim 1990 tarihinde, özel radyo ve televizyon yayınlarına olanak tanımayan Anayasanın 133. Maddesi’ne rağmen, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleri ile kurulan Star-1, Anayasa ihlaline neden olmamak için yurt içinde değil de yurt dışından yayına başlamıştır.

1991’den sonra özel radyo ve televizyonların sayısı giderek artmıştır. Özelikle radyo teknolojisinin televizyona oranla oldukça ucuz olması, radyo sayısında önemli bir artışa neden olmuştur. Ayrıca bu tarihlerde kurulan televizyonların çoğunun arkasında büyük basın grupları vardır.

Bu tarihlerde yayına giren özel televizyon kanalları, Mega 10 (1991), Show-TV (1992), Kanal 6 (1992), HBB (1992), Flash TV (1992), Kanal E (1992), BTR (1992),  TGRT (1993), Kanal D, ATV (1993),  Samanyolu TV (1993), Cine-5 (1993) olarak sıralanabilir.

Bu kanallar, hiçbir yasal ve hukuki düzenlemenin mevcut olmaması ve frekans tahsisi konusunda bir düzenlemeye gidilmemesinden doğan karmaşıklığa rağmen, TRT tekeline karşı çok sesli bir ortam oluşturduğu dayanağı ile çok uzun süre desteklenmiş; ancak daha çok siyasi gerginlikler nedeniyle kamusal çıkar ve düzensizliği giderme adına yasal düzenlemeler ile var olan karışıklık giderilmeye çalışılmıştır. 1993’ün ilk dört ayında,  İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıkları’nın genelgeleriyle, frekans sorunu gerekçe olarak gösterilerek özel radyo ve televizyon yayınları durdurulmaya çalışılmıştır. Ancak bu müdahale işe yaramamış ve sonuçta 8 Temmuz 1993 tarihli Anayasa’nın 133. Maddesin’de yapılan değişiklik ile, kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde radyo ve televizyon istasyonları kurmak serbest bırakılmıştır. Var olan karmaşıklık giderilememiş ve çare olarak düzensizlik ya da karmaşanın temellendirdiği bir düzenlemeye gidilmiştir. (deregülasyon)

Tüm bunlara ek olarak 1993’te, Türkiye’nin 1992’de imzaladığı Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi, onaylanıp yasalaşmıştır. 13 Nisan 1994 tarihli, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’ne uyumlu olarak hazırlanmaya çalışılmıştır.

Mart 1995’te “Radyo Televizyon Yayın İzni ve Lisans Yönetmeliği” yayınlanmış ve bu yönetmelik uyarınca başvuran özel kanalların frekans tahsisi 1997 sonbaharında yapılmaya başlanmıştır. Ancak Milli Güvenlik Kurulu müdahalesi ile bu tahsis durdurulmuş, ek olarak güvenlik belgesi doldurma koşulu konmuştur.


2000 yılından sonra gündeme gelen frekans tahsisi, meclis çalışmalarında uzunca süre yer tutmuş, çeşitli yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından ya Meclis’e iade yolu ile ya da zorunlu onay koşullarında Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak reddedilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder