Özel Yayıncılık
Türkiye’de
yayıncılık alanında meydana gelen ve 1980’li yılları içeren özel yayıncılık
girişimleri, dünyadaki yeni ekonomik politikalar çerçevesinde
değerlendirildiğinde daha anlamlıdır. Özellikle 1970’li yıllarda temelleri
atılan yeni ekonomi modeli (post-fordist) tüm toplumsal dinamiklerin yeniden
tanımlanmasına yol açarak, köklü değişikliklere gidilmesine neden olmuş, bu bağlamda ulus devletlerin üretim
sürecindeki ekonomik hakimiyeti sorgulanmaya başlanmış; hatta ulus devletler
iktidarlarından vazgeçmeye itilmiştir. Sonuç olarak ulus devletler, üretimdeki
büyük oranlı paylarını, yeni ekonomi politikaları çerçevesinde çok uluslu
şirketlerle paylaşmak zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bu tarihten sonra yayıncılık
alanında meydana gelen gelişmeleri de bu paylaşım zorunluluğu bağlamında okumak
gerekir. Çünkü kitle iletişim araçları ve özellikle televizyon yeni ekonomi
politikaları ve bunun ideolojik şekillendirmesi temelinde önemli birer taşıyıcı
olarak görülür ve çok uluslu şirketlerin hedefi bu araçlar yardımı ile dünyanın
en ücra köşelerini ulaşılabilir kılmak, buralarda yaşayan hemen herkesi
müşterisi haline getirebilmek ve tüketim seferberliğine bu insanları dahil
edebilmektir. Bu nedenle televizyon ve diğer kitle iletişim araçları, bu çok
uluslu şirketlerin rasyonaliteleri çerçevesinde şekillenmiş, ulus devletlerin
iktidarlarının elinde bulunan yayın hakları da bu şekillendirmeden payını
almıştır. Türkiye’de özel televizyonculuğa geçiş bu bağlamda ele alınıp
değerlendirilmelidir. Kısaca değinilmesi gereken bir başka nokta ise,
yayıncılıkta gelinen yeni noktanın beraberinde getirdiği zorunluluklar ile
ilgilidir. Artık dünyadaki yeni ortam, yayıncılık alanında meydana gelen
teknolojik gelişmeler (kablolu ve dijital
yayıncılık) ve bu gelişmelere bağlı yüksek maliyetteki yatırım ortamı, ulus
devlet hâkimiyetindeki yayıncılık anlayışının değişmesinde başka bir
zorunluluktur. Bu, dünyada yaşanan yeni ekonomi politikaları çerçevesinde
şekillenen rekabet ortamı içinde gerekli donanımlara sahip olup olmama konusu
ile yakından ilgilidir. Türkiye bu rekabet ortamı ile TRT tekelinin tek başına
mücadele edebilmesi çok da mümkün değildir ve özel yayıncılık girişimleri ve
tecimselleşme çabalarını bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Özel yayıncılık
anlamında 26 Aralık 1988 yılında uygulamaya koyulan uydu aracılığıyla yabancı
kanalların kablolu sistem ile dağıtımına başlanması önemli bir aşamadır. Bu
tarihten sonra gelişen ve değişen yayıncılık şartları kendini oldukça etkin bir
şekilde hissettirmeye başlamıştır.
1 Ekim 1990
tarihinde, özel radyo ve televizyon yayınlarına olanak tanımayan Anayasanın
133. Maddesi’ne rağmen, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleri ile
kurulan Star-1, Anayasa ihlaline neden olmamak için yurt içinde değil de yurt
dışından yayına başlamıştır.
1991’den sonra
özel radyo ve televizyonların sayısı giderek artmıştır. Özelikle radyo
teknolojisinin televizyona oranla oldukça ucuz olması, radyo sayısında önemli
bir artışa neden olmuştur. Ayrıca bu tarihlerde kurulan televizyonların çoğunun
arkasında büyük basın grupları vardır.
Bu tarihlerde
yayına giren özel televizyon kanalları, Mega 10 (1991), Show-TV (1992), Kanal 6
(1992), HBB (1992), Flash TV (1992), Kanal E (1992), BTR (1992), TGRT (1993), Kanal D, ATV (1993), Samanyolu TV (1993), Cine-5 (1993) olarak
sıralanabilir.
Bu kanallar,
hiçbir yasal ve hukuki düzenlemenin mevcut olmaması ve frekans tahsisi
konusunda bir düzenlemeye gidilmemesinden doğan karmaşıklığa rağmen, TRT
tekeline karşı çok sesli bir ortam oluşturduğu dayanağı ile çok uzun süre
desteklenmiş; ancak daha çok siyasi gerginlikler nedeniyle kamusal çıkar ve
düzensizliği giderme adına yasal düzenlemeler ile var olan karışıklık
giderilmeye çalışılmıştır. 1993’ün ilk dört ayında, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıkları’nın
genelgeleriyle, frekans sorunu gerekçe olarak gösterilerek özel radyo ve
televizyon yayınları durdurulmaya çalışılmıştır. Ancak bu müdahale işe
yaramamış ve sonuçta 8 Temmuz 1993 tarihli Anayasa’nın 133. Maddesin’de yapılan
değişiklik ile, kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde radyo ve televizyon
istasyonları kurmak serbest bırakılmıştır. Var olan karmaşıklık giderilememiş
ve çare olarak düzensizlik ya da karmaşanın temellendirdiği bir düzenlemeye
gidilmiştir. (deregülasyon)
Tüm bunlara ek
olarak 1993’te, Türkiye’nin 1992’de imzaladığı Avrupa Sınır Ötesi Televizyon
Sözleşmesi, onaylanıp yasalaşmıştır. 13 Nisan 1994 tarihli, 3984 sayılı Radyo
ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda, Avrupa Sınır Ötesi
Televizyon Sözleşmesi’ne uyumlu olarak hazırlanmaya çalışılmıştır.
Mart 1995’te
“Radyo Televizyon Yayın İzni ve Lisans Yönetmeliği” yayınlanmış ve bu
yönetmelik uyarınca başvuran özel kanalların frekans tahsisi 1997 sonbaharında
yapılmaya başlanmıştır. Ancak Milli Güvenlik Kurulu müdahalesi ile bu tahsis
durdurulmuş, ek olarak güvenlik belgesi doldurma koşulu konmuştur.
2000 yılından
sonra gündeme gelen frekans tahsisi, meclis çalışmalarında uzunca süre yer
tutmuş, çeşitli yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından
ya Meclis’e iade yolu ile ya da zorunlu onay koşullarında Anayasa Mahkemesi’ne
başvurularak reddedilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder