13 Haziran 2013 Perşembe

Siyasal Sistem ve Medya

Siyasal iktidarın medya dünyasını belirleyici karakteristiği üzerinde en temel sınıflandırmalardan birisi geçtiğimiz yüzyılın ortalarında Siebert ve arkadaşları3 tarafından çizilmiştir. Buna göre, Demokratik ülkelerde medya sahipliği, siyasal iktidarla olan ilişkisi liberal kurallar çerçevesinde şekillenmekte ve ilişki karşılıklı etkileşim temelinde işleyişini sürdürmektedir. Doğal olarak medya yasama yürütme ve yargıdan sonra dördüncü bir güç olarak konumlandırılmış olmaktadır. Totaliter ülkelerde uygulanan siyasal sistemin özelliklerine bağlı olarak medya kuruluşları devletin kontrolü altında bulunmaktadır. Devleti elinde bulunduran siyasal iktidar medya kuruluşlarının sistemi ve işleyişi üzerinde doğrudan müdahil olma yetkisine sahiptir. Böylece, medya kuruluşlarının siyasal alan üzerindeki etkinliği sınırlanmış olmaktadır. Bir ülkedeki siyasal rejimin niteliği, bir kurum olarak medyanın yapısını, işleyişini şekillendirirken en önemli etkisini medya siyasetinde göstermektedir.
Çağdaş demokrasilerde kamuoyunun temsilcisi olarak bağımsız ve özgür medya görev almakta, medya hem kamusal iradeyi açıklamakta bir araç ve aynı zamanda kamusal iradeyi yönlendiren bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır4


Ülkemiz demokratik siyasal bir rejim olmasına karşın medya ve hükümetler arasındaki ilişki bakımından, dünyada sınırlı özgür ülkeler arasında gösterilmektedir5. Ancak burada sınırlama özgürlüklerin kısıtlanması anlamıyla ele alınabileceği gibi medya organlarının işleyiş ve yapılarının demokratik usullerle düzenlenmesi anlamında da değerlendirilebilir. Bu konuda ülkelere göre farklı sistem yapıları görmek mümkündür. Ülkemiz açısından örneğin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK)’ün Türkiye’deki iletişim alanına müdahalesi üç şekilde kendisini göstermektedir. Bunlar; kural koyma, denetleme, yaptırım ve frekans tahsisi gibi örgütsel sınırlamalar6 şeklinde değerlendirilmektedir.

12 Haziran 2013 Çarşamba

Gazete ve Dergilere İlişkin Temel Kavramlar

Gazete ve Dergilere İlişkin Temel Kavramlar
Haber
Haber, köken itibariyle Arapça bir sözcüktür. Öztürkçe karşılığı olarak “salık, duyruk” gibi kelimeler önerilen haber sözcüğüne Fransızca’da “information”8, İngilizce’de ise North, East, West ve South kelimelerinin baş harflerinden oluşan NEWS sözcüğü karşılık gelmektedir.
Geçmişten günümüze insan, çevresinde ne olup ne bittiğini bilmeye dair hep bir istek duymuştur. İnsanın bu en doğal yönü üzerinde pek çok kimse fikir yürütmüş ve ilk olarak şu tanımlamaları yapmıştır: “Olan her şey haberdir”, “dün bilmediğimiz haberdir”, “insanların üzerinde konuştukları haberdir”, haber okuyucuların öğrenmek istedikleri her şeydir9”, “bir olayın raporudur”, “çevrede olup biten her şeydir”, “gerçeğin toplumsal kurgusudur”, “herhangi bir konuda yeni bilgidir”, “yarının tarihidir”10.
Haberciliğin temel ilkesini oluşturan ve bir haberde bulunması gereken haber değerlerini beş başlıkta toplamak mümkündür:
·         Zamanlılık
·         Yakınlık
·         Önemlilik
·         Sonuç
·         İlgi Çekicilik11

5N-1K Kuralı
Haber yazmanın en temel kuralı 5N-1K’dır. Eksiksiz tam bir haber metninde, olaya ilişkin şu altı sorunun sorulmuş olması gerekir:
Ne? (Haberin konu olan olay nedir?)
Nerede? (Olay nerede olmuştur?)
Ne Zaman? (Olay ne zaman olmuştur?)
Neden? (Olay neden olmuştur?)
Nasıl? ( Olay nasıl olmuştur?)
Kim? (Olayın aktörleri kim ya da kimlerdir?)

Haberde Fotoğraf Unsuru

Haberin tamamında metin kadar önemli bir unsur da fotoğraftır. Haber muhabirinin ya da foto muhabirlerinin çektikleri fotoğrafların haberi tanımlayan, tamamlayan ve güçlendiren unsurlarına dikkat edilir. Habere ait fotoğraf, olaya tanıklık eder, olayı belgeler, kısaca haberin inandırıcılığını sağlar. Bu nedenle ‘bir fotoğraf başlı başına bir haberdir’ denebilir12.

Röportaj

Habercilik, doğru soruları sorarak, ilgili kaynaklardan doğru yanıtlar alıp bunları kamuoyuna duyurma sanatıdır. Kamuoyunu bilgilendirmek için de öncelikle yapılması gereken, bilgilerin toplanmasıdır. Bilgi toplama yöntemlerinden biri de röportajdır. Röportaj, bir muhabirin belli konudaki sorularına görüşme yoluyla yanıt aramasıdır. Yüz yüze ya da telefonla yapılabildiği gibi dolaylı olarak yazılı da gerçekleştirilebilir. İnternet üzerinden de röportaj yapılabilmektedir. Bu yöntemle röportaj yapılan kişinin kişisel görüşlerine başvurulur.    

Köşe yazısı ve Başyazı

Köşe yazısı ya da fıkra, gazete ya da dergilerin belirli sütunlarında, genel başlık altında yaşama dair tüm konuları bir görüş ve düşünceye bağlayarak yorumlayan ciddi ya da eğlendirici bir yazı türüdür. Başyazı ise gazete ya da dergilerde genellikle ilk sayfalarda okuyucuyla buluşturulan; gündemi, yayın içeriğini ya da önemli bir konuyu işleyen, yayın kuruluşunun genel yayın politikasını aktaran, imzalı ya da imzasız olarak yayınlanan yazılardır13.

Manşet, Sürmanşet ve Spot

Manşet kavramı gazetelerin ilk sayfasına iri puntolarla konulan başlık olarak tanımlanmaktadır. Manşet haberler gazetelerin ilk sayfasında, logonun hemen altında ve dergilerin kapak sayfalarında yer alan en önemli haberdir. Gazetelerin birinci sayfasında, logonun üzerinde kullanılan başlığa da sürmanşet adı verilir. Sürmanşet, olağandışı gelişmeler, çok önemli olaylara ilişkin olarak kullanılır. Spot ise haberin ortalama 15-20 sözcükten oluşan özet metnidir. Haber içindeki özellikleri vurgulamak, ana ayrıntıları başlık kompozisyonu içinde sergilemek için spot kullanılır. Haber metninden daha iri puntolu harflerle dizilen spot, haber sıralamasında başlıktan ya da alt başlıktan sonra yer alır14.                                                                                                         

Mizanpaj

Gazete ve dergilerdeki sayfa düzenine mizanpaj adı verilmektedir. Mizanpaj, gazete ve dergideki haber ve yazıların, okuyucu tarafından mümkün olan en az çabayla algılanmasını sağlamaya yönelik bir işlemdir. Haber ve bilgi iletmeyi kolaylaştırıp zevkli hale getirmeyi hedefler. Mizanpaj yöntemiyle gazetelerde yer alan haber, resim, fotoğraf, grafik, yazı unsurları sayfa üzerinde estetik bir biçimde düzene konmaktadır. Düzene koyma sırasında bu malzemelerin önemine göre sıralanması/büyütülmesi sayfa düzenlenmesini iletişim sürecinin önemli bir parçası durumuna getirmektedir.

Tiraj

Gazete, kitap, dergi ve benzer nitelikteki yayınların bir basılışındaki baskı sayısına tiraj denmektedir. Gazeteler, farklı bölgelerdeki baskı merkezlerinde basılmaktadır. Her baskı merkezinde basılan gazetelerin toplam baskı sayısı gazetenin tirajını oluşturmaktadır. Altı çizilmesi gereken nokta, tiraj gazetenin satış miktarı değil, baskı miktarıdır. Tirajın yüksek olması, gazetenin çok satıldığı anlamına gelmez15.

Reklam ve İlan


Bir ürün veya hizmeti halka tanıtmak, beğendirmek ve böylelikle sürümünü sağlamak için denenen her türlü yola reklam denir. Gazete ve dergilerin gelir kaynakları, satış gelirleri, resmi ilanlar ve özel girişimcilerin reklamlarından oluşur. Reklam ve ilanlar ise yayın organlarının gelir kaynaklarından en önemlisidir. Günümüzde bağımsız hiçbir gazete ve derginin, yalnız satış gelirleriyle ayakta durmasına imkân olmadığı için basın kuruluşları giderek reklam ve ilanlara bağımlı hale gelmişlerdir. Bu yüzden bir gazetenin örgüt yapılanmasında yazı işleri servisi kadar önem verilen bir de reklam servisi yer almaktadır. Bir gazetenin sayfalarının üçte birinin ya da en fazla yarısının ilan ve reklama ayrılması gazetecilikte yaygın bir görüştür16.

Dergi

Dergi

Dergi, düzenli aralıklarla yayınlanan, değişik ilgi alanlarına hitap eden, deneme, makale, inceleme, araştırma ve eleştiri gibi yazı başlıklarından oluşan, değişik edebi türleri ya da belirli konulara yönelik derlemeleri içeren basılı yayınlardır. Belirli bir konunun ayrıntılı olarak incelendiği yazılı bir iletişim aracıdır. Gazetelerde gerektiği gibi incelenmeyen, atlanan bilgilerin daha yoğun bir şekilde verilmesi söz konusudur. Dergilerin en belirgin özelliği, yöneldikleri belirli bir hedef kitlesinin olmasıdır.

Yazılı basının ikinci büyük grubunu dergiler oluşturur. Dergiler değişik merkezlerde basılır. Genellikle, ulusal çapta veya belirli bir meslek dalına dağıtımı yapılır. Dağıtım kanalları çoğu kez gazetelerle aynıdır. Yayın frekansları bir yıl ile bir hafta arasında değişebilir. Baskı kaliteleri gazetelere nazaran daha iyidir. Değişik sayfa boyudan vardır. Sayfa sayıları genellikle gazetelere nazaran daha fazladır. Çoğu sayfaları renkli basılır. Dergiler konulan açısından oldukça çeşitlilik gösterirler ve genellikle konulara ayrıntılı ve derinlemesine yer verilir

Dergiler, periyodik olarak haftalık, aylık, üç aylık vb. aralarla yayınlanmaktadır. Dergiler değişik hedef kitlelere yönelmektedir. Örneğin; gençlik dergisi, karikatür dergisi, magazin dergisi, mesleki dergiler vd. Dergiler halkla ilişkiler uzmanının belirli kitlelere ulaşması gerektiğinde işini kolaylaştırır. Çünkü verilecek mesajlar daha kolay işlenebilecek, kitlelere daha kolay ulaşabilecektir.

Dergiler alanlarına göre; toplumu bilinçlendiren kitle iletişim araçlarındandır. Bu dergi türlerini sıralayacak olursak:

·         Güncel haber dergileri
·         Sanat dergileri
·         Magazin dergileri
·         Gezi – seyahat dergileri
·         Mizah dergileri
·         Coğrafya – Turizm dergileri
·         Edebiyat dergileri
·         Moda dergileri
·         Spor dergileri, vd…

Genel olarak bakıldığında basılı yayın organı olarak ön plana çıkan gazete ve dergilerin en belirgin özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür6:

·         Bir kere yazılı basın okuyucuya metnin görünümünü kontrol edebilme, kendi yetenek ve ilgilerine göre hızlı ilerleme imkânı sunmaktadır.
·         Diğer kitle iletişim araçlarının tersine gazete ve dergiler, kitleye sadece bir kere ulaşma olanağı ile sınırlı değildir. Yayınlandığı anda izlenip, dinlenip ya da anlamayı gerektirmez. Okuyucu bir metni ya da reklamı anlamadığında sunumu yeniden gözden geçirmesi ve metin üzerinde düşünmesi mümkündür.
·         Bu araçlarda ele alınan konu daha ayrıntılı işlenmektedir. Herhangi bir konuyu gerektiği uzunlukta ve derecede ele almak için basılı araçlar en uygun olanıdır.
·         Gazete ve dergiler daha yüksek saygınlığa sahiptir. Özellikle bazı basılı araçların okuyucu gözünde özel bir saygınlığı vardır ve bu yüzden de okuyucuların, belirli yayın organları karşısında çok kolay etkilenmeye hazır oldukları görüşü ileri sürülmektedir.

·         Gazetenin ulaştırdığı haber mesajları, saklanabilir bir belge niteliğini taşımaktadır. Bu yönden, belge olması nedeniyle, istendiği zaman tekrar okunma, gözden geçirilme olanağını bünyesinde barındırmaktadır7.

Gazete

GAZETE VE DERGİ

Gazete
İnsan, çevresinde ve dünyada olup bitenleri öğrenmek ve öğrendiklerini veya düşündüklerini başkalarına duyurmak ihtiyacındadır. Bu ihtiyaç az veya çok her insanın doğasında vardır. Bu ihtiyacın giderilmesi için girişilen çeşitli girişimler sonunda bugün basın-yayın dediğimiz ve modern toplumlarda dördüncü kuvvet olarak da nitelendirilen “basın müessesesi” doğmuştur. Dar anlamıyla basın, sadece gazete ve dergileri kapsamaktayken, geniş anlamda basın belirli zamanlarda basılıp, her çeşit haber ve fikirleri topluma ulaştıran tüm yayın ürünleridir. Genellikle günlük basın ürünlerine gazete, haftalık, on beş günlük ve aylık basın ürünlerine de dergi denilmektedir.

Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı Türkçe Sözlük gazeteyi, “politika, ekonomi, kültür ve daha başka konularda haber ve bilgi vermek için yorumlu veya yorumsuz, her gün veya belirli zaman aralıklarıyla çıkarılan yayın” şeklinde tanımlamaktadır. Gazete kelime anlamı itibariyle aslında bir para ismidir. Eski Roma’da Senato haberlerini halka bildirmek için çıkarılan “Fogli Volanti” adlı yazılı kâğıdın satın alınabilmesi için piyasaya sunulan özel bir sikkeye “gazete” adını vermişlerdir. Ülkemizde ise Cumhuriyet öncesi dönemde gazetenin adı, zabıtname, tutanak anlamına gelen “ceride”dir1.

Gazetenin doğuşunda, hiç kuşkusuz insanoğlunun haber alma gereksinimi ve isteğinin büyük etkisi ve katkısı bulunmaktadır. Belki de insanoğlu kendine göre haber ararken; etrafına “ne haber” diye sorması, insanın içinde yaşadığı ortam bakımından ilgi ve merakının göstergesidir. En eski çağlardan beri, uğraşları sırasında kişiler doğal olarak bazı olayları, olguları görmüşler, duymuşlar, hissetmişler ve denemişlerdir. Fikir oluşturmuşlar, bazı sonuçlara varmışlar, kendi anlayış ve inançları doğrultusunda hareket etmişlerdir. Biraz dedikodu, biraz fikir tartışması, biraz da söylenti çıkarma şeklinde, o an var olan enformasyonu paylaşma sürüp gitmiştir2. İşte bütün bu gelişme evreleriyle toplumsal ilişki tarzları gazetenin ortaya çıkmasının alt yapısını oluşturmuştur.  

Gazete, 17. yüzyılda ilk kez Avrupa’da yayımlanmaya başlayan bir kitle iletişim aracıdır. İlk gazetenin yayımlanmasında, Avrupa’da çeşitli ülkeler arasındaki çoğu din kaynaklı savaşlar hakkında bilgi edinme isteğinin önemli rol oynadığı bir gerçektir. Yine gazetelerin doğuşunda Avrupa’da sermaye birikiminin başlamasının ve ticaretin gelişiminin etkileri de olmuştur. İlk çıkan gazeteler, Orta Avrupa’da ticaretin geliştiği, kentleşmenin en yoğun olarak görüldüğü kentlerde, insanlara belirli ve düzenli aralıklarla yayın sunma olanağı şeklinde ortaya çıkmıştır. İlk gazete bazı kaynaklara göre Bremen yakınlarında Augusburg’da yayımlanan 1609 tarihli “Avis Relation Oder Zeitung”dur3.

Türk toplumu ise gazete ile ‘tarihte ilk Türk gazetesi’ olarak nitelendirilen “Takvim-i Vekayi’nin yayınlandığı 1831 yılında tanışmıştır. Gazetenin Türkiye’ye geliş koşulları ve süreci kuşkusuz gazetecilik mesleğinin o yıllardaki niteliğini de belirlemiştir. Türk basınının ortaya çıkışı ve kullanımıyla Batı arasında önemli ölçüde farklılıklar bulunmaktadır. Batıda yazılı basın, ticaretin gelişmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik ihtiyacı karşılamak amacıyla doğmuş ve zaman içinde mücadeleler sonucunda gelişmiştir. Yani alttan gelen bir talep, bir doğal istek neticesinde faaliyete başlamıştır. Oysa Osmanlı’da 19. yüzyılda dağılma sürecine girmiş olan devletin kimliğini korumak amacıyla seçilen “Batılılaşma yolu” doğrultusunda bizzat devlet eliyle başlatılmıştır4.

Bir kitle iletişim aracı olarak gazetenin özelliklerine bakıldığında, gazete haber, bilgi, yorum ve reklâm içeren, genellikle düşük maliyetli kâğıt kullanılarak basılan ve dağıtımı yapılan bir yayımdır. Genel olarak yayınlandığı gibi, özel bir konu üzerinde de yayınlanabilir ve genellikle günlük ya da haftalık olarak yayınlanır. Diğer kitle iletişim araçlarının tersine gazete ve dergiler, kitleye sadece bir kere ulaşma olanağı ile sınırlı değildir. Yayınlandığı anda izlenip, dinleyip ya da anlamayı gerektirmez. Okuyucu bir metni ya da reklâmı anlamadığında sunumu yeniden gözden geçirmesi ve metin üzerinde düşünmesi mümkündür. Bu araçlarda ele alınan konu daha ayrıntılı işlenmektedir. Herhangi bir konuyu gerektiği uzunlukta ve derecede almak için basılı araçlar en uygun olanıdır5.  Teknolojik gelişmelerle ilintili olarak insanların bilgilenmek için radyo ve televizyona ya da internete yönelmelerine rağmen, gazete 21. yüzyılda halen etkisini yitirmemiş ve ayakta kalmaya devam etmiştir.

Gazete, siyaset, ekonomi, kültür ve sanat başta olmak üzere birçok konuda haber ve bilgi vermek amacıyla yorumlu veya yorumsuz her gün ya da belirli zaman dilimi içerisinde çıkarılan yayın basılı organıdır. Dolayısıyla ülke gündemi ve sorunları hakkında halkın dikkatinin çekilmesi ve okurların genel kültürünün arttırılması noktasında gazeteler önemli bir görevi yerine getirmektedir.

En yaygın gazete şekli, günlük olarak yayınlanan ve insanları bilgilendirmek için güncel konuları içerenlerdir. Bunlar politik, kültürel, finansal olayları, hava tahminlerini, magazin ve spor haberlerini içerirler. Gazeteler anlatımı pekiştirmek için konuyla ilgili fotoğraflar ya da karikatüristler tarafından hazırlanan çizimler kullanırlar. Gazeteler genellikle bir konuyu bir ya da birkaç sayfada toplayarak onu diğerlerinden ayırır ve böylece gazete içerisinde belli gruplar oluşturulur. İç haberler, dış haberler, magazin haberleri, ekonomi haberleri, spor haberleri gibi konular bu gruplara örnek gösterilebilirler. Yazılı basın okuyucuya metnin görünümünü kontrol edebilme, kendi yetenek ve ilgilerine göre hızla ilerleme imkânı sunmaktadır.


Toplumsal bilincin oluşmasında ve geliştirilmesinde önemli bir misyona sahip olan gazeteler, genelde habere iki değişik yoldan yaklaşmaktadır. Haberciliğe daha ciddi yaklaşan gazeteler; okuyucularına dünyada olup bitenlere ilişkin, olabildiğince fazla ve doğru bilgi vermek amacındadır. Magazin haberciliği diyebileceğimiz ikinci tür gazetecilik anlayışında ise haberin eğlendirici yönü ön plana çıkarılır ve öyküleştirilerek sunulur. Magazin haberciliği yapan gazeteler bol fotoğraf kullanmak suretiyle ilk bakışta dikkat çekmekte, heyecan uyandırmayı amaçlayan başlıklar atmaktadırlar5.

Radyo Program Türleri

Radyo Program Türleri

Radyo programları içerikleri bakımından beş ana türde incelenmektedir. Bunlar haber programları, kültür programları, eğlence programları, tecimsel programlar ve eğitim programları olarak sıralanabilir.

Haberler ve Haber Programları

Radyo haberleri, kısa anlaşılır ve akıcı olma özelliğine sahiptir. Radyo haberlerinin en önemli özelliği ve üstünlüğü televizyonun aksine, haberin radyoya ulaştığı anda verilebilmesidir. Radyo haberlerinde televizyonda olduğu gibi arşiv ya da olaya ait görüntüler için çalışılması, haberin kurgulanması, stüdyo ve spikerin hazırlanması gibi ayrıntılı süreçlere ihtiyaç yoktur.

Radyo, müzik ve dramanın yanı sıra, bir haber aracı olarak da kendini kabul ettirmiştir. Giderek halk, radyonun en güvenilir kitle iletişim aracı olduğunu düşünmeye başlamıştır. Radyoya olan bu güven duygusu yapılan bazı araştırmalarda da görülmektedir. Örneğin İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin 5 bin kişilik bir örneklemle yaptığı bir araştırmada “dürüstlük ve güvenilirlik açısından kitle iletişim araçları sıralaması”na göre yüzde 47.2 ile radyo birinci sırada, yüzde 25.5 ile gazete ikinci sırada, nihayet yüzde 17.3 ile televizyon üçüncü sırada gelmektedir.

Genellikle müzik ağırlıklı FM istasyonları hafif haberlerle günü geçirmektedirler. Amerika’daki bu durum Türkiye içinde geçerli olup özellikle özel radyolarda haberler giderek kısalmış ve başlıklar halinde verilmeye başlanmıştır. İçerik büyük çoğunlukla müzik yayınlarından oluşmaktadır ve tüm dünyada eğilim bu yönde olmaktadır.

Müzik ve Eğlence Programları

Eğlence, kültür ve sanat kaygısı taşımayan, kitlelerin ortak zevk ve kültür düzeylerini en küçük ortak paydada birleştiren hafif programlardır. Bu programlar bazıları tarafından insanları uyuşturmakla, halkın zevk ve kültürel değerlerini aşağılara çekmekle suçlanırken, bazıları tarafından da giderek karmaşıklaşan ve stres yaratan yaşam savaşı içindeki insanları sakinleştiren, dinlendiren hafif programlar olarak değerlendirilmektedir. Bu programların niteliği, programcının niteliğinden çok halkın zevk ve beğeni düzeyi ile eş orantılıdır. Eğlence programlarının hazırlanışında ve sunuluşunda radyo yöneticileri ve program yapımcılarının görevi, dinleyicinin beğeni düzeyini yükseltmek ve eğlendirirken eğitmektir.

Eğlence programları; arkası yarınlar diziler, yarışma programları, oradan buradan hafif konuları işleyen ve asıl amacı mizah ve gülmece olan magazin-kuşak programlar şeklinde sunulur. Eğlence programlarında ana öğe müziktir. Dijital otomasyon, kolaylığı ve ucuzluğu nedeniyle radyo yayıncılığındaki eğlence içeriğini çoğunlukla müziğe kaydırmıştır.     




Kültür Programları

Eğitim programları gibi doğrudan eğitim amacı taşımayan, sanat, edebiyat vb. bilimsel konularda halkı sıkmadan bilgilendiren programlardır. Din ve ahlak ile ilgili programlar da kültürel programlardır. Açıklamalı ve bilgilendirici klasik, modern ve diğer türlerdeki müzik yayınları da kültürel amaçlıdır. Kültürel programlarda sohbet, tartışma, belgesel, röportaj, tiyatro gibi sunum türleri kullanılır.

Eğitim Programları

Kitlelere öğretim amacıyla planlı, yöntemli, uzman kişiler tarafından hazırlanan ve sunulan programlardır. Ancak günümüzde görselliğin daha etkin olduğunun anlaşılmasıyla radyonun eğitim işlevini televizyon üstlenmiştir. 

Reklâmlar ve Program Tanıtımları

Bir ürün ya da hizmeti tanıtmak satışını artırmak için hazırlanan reklam programlarıdır. Radyoda reklam programları televizyondan farklı olarak genellikle kısa anonslar şeklinde verilebileceği gibi programlı olarak da sunulabilir. Radyo reklamlarında diğer eğlence programlarında olduğu gibi müzik ana öğedir. Programı hazırlatan sponsorun reklamı programın başında, arasında ve sonunda yapılabilir. Bazen bir sohbet sırasında konuğun son kasetinden bahsetmesi veya firmasındaki son yeniliklerden bahsetmesi de reklamın içine girmektedir.

Radyoda kullanılan 4 reklam türü söz konusudur:

·                    Reklam ve kamu ilanı: Spiker tarafından okunan reklam duyurusudur.reklam metni doğrudan okunur, müzik ya da efekt kullanımına pek rastlanmaz.
·                    Müzikli ve dramatik yapılı reklamlar: Reklam ajansları tarafından hazırlanan belirli bir süreyi kapsayan, içinde müzik ve dramatik bir yapının bulunduğu reklamlardır.
·                    Programlı reklamlar: Genellikle program içinde eğitici, eğlendirici program bölümüyle birlikte reklamların bulunduğu ve reklam ajanslarının hazırladıkları programlardır.

·                    Özel tanıtıcı reklam programları: Bir ürün ya da hizmetin tanıtılması veya kültür, eğitim, turizm vb. hizmetler için hazırlanmış programlardır.  

Radyonun Olumsuz Etkileri

Radyonun Olumsuz Etkileri

Haber verme, eğitme, eğlendirme, ürün ve hizmet tanıtma (reklam), kamuoyu oluşturma ve daha birçok işlevi vardır. Ancak radyo bu olumlu ve önemli misyonların yanında bazı olumsuz etkilere de sahiptir. Kuşkusuz bu olumsuzluklar aracın kendisi değil onun kullanımından kaynaklanmaktadır. Radyo yayınından sorumlu radyo sahipleri, yayıncılar ve çalışanların radyo programlarının içeriklerini düzenlerken bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaptıkları yanlışlıklar dinleyici dolayısıyla toplum üzerinde bazı olumsuz etkilere neden olmaktadır.

·                    Dilin yanlış ve kötü kullanımı,
·                    Konuşmalarda Türkçenin doğru, güzel ve etkili kullanılmaması,
·                    Küfür ve argo içerikli ifadelere yer verilmesi,
·                    Müstehcen ifadeler veya imalar içeren konuşmalar yapılması,
·                    Herhangi bir konuda kişi, kurum ya da kuruluşlar hakkında hakaret ve aşağılama içeren ifadeler kullanılması,
·                    Topluma mal olmuş kişilerin özel hayatlarıyla ilgili haber ve yorumlarda bulunulması gibi etkenler dinleyicilerin sosyal, kültürel ve toplumsal değerlerinde bozulmalara yol açabilmektedir.

Radyolarda yapılan show programlarında DJ’lerin argoda geyik muhabbeti olarak adlandırılan sohbetleri, radyonun eğitici olma özelliğini yok etmektedir. Bu tarz programlar gençlerin içi boş tartışmalara çekilmesine, yaşamlarında güzel ve etkili Türkçe kullanmaktan uzaklaşmalarına, küfür ve argo lügatlerinin gelişmelerine sebep olabilmektedir. Bu sadece gençlerin değil Türkçenin bozulmasına, yabancı dillerin etkisine girmesine neden olmaktadır.

Radyo yayınlarında müstehcen ifadeler veya imalar içeren konuşmalar yapılması toplumun genel ahlakı ve ahlaki değerleri üzerinde olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Radyo yayınlarında hakaret ve aşağılama içeren ifadeler kullanılması, topluma mal olmuş kişilerin özel hayatlarıyla ilgili haber ve yorumlarda bulunulması dinleyicilerin dolayısıyla toplumun genelinde birlik ve beraberlik duyguları üzerinde yıkıcı etkilere sebep olmaktadır.


Ayrıca radyo ve televizyon yayınlarının kişinin tutum ve davranışlarında olduğu gibi ruhsal durumu üzerinde de olumsuz etkileri olabilmektedir. Bu etkiler, yayınlar arasında yer alan zor ve şiddet içerikli programların kişiyi, özellikle çocuk ve gençleri bu hareketleri  yapmaya yöneltmesi gibi psikolojik etkilerdir. 

RADYO

RADYO

Günümüzde iletişim teknolojileri hızla gelişmektedir. Dijital iletişim sistemlerinden internet teknolojilerine kadar birçok alanda her geçen gün ortaya çıkan yenilikler kitle iletişimin boyutlarını da değiştirmektedir. Geleneksel kitle iletişim araçlarının biraz geri planda kaldığı günümüzde bu araçlar yine de hayatımızdaki önemlerini korumaktadır. Bunlardan biri de radyodur.    

Radyo sözcüğü, Latince radius (ışınlama) ve Yunanca fone (ses) sözcüklerinin bir araya gelmesi ile oluşan radyofoni sözcüğünün kısaltılmış halidir. Radyo yayınları istenen her yere kolaylıkla ulaşabilen ve dünyada yaygın olarak kullanılan bir kitle iletişim aracıdır.

Radyo Yayını, Hertz dalgaları olarak da adlandırılan elektromanyetik dalgalar, enerjisi aracılığıyla bir olayın, ses-müzik vb. bir iletinin geniş kitlelere ses yoluyla aktarılmasıdır. Başka bir deyişle, kulakla duyulabilecek sinyallerin radyo frekansları aracılığıyla boşlukta yayılması ve bunun sonucunda bu sinyallerin, bu amaç doğrultusunda geliştirilmiş özel alıcılar vasıtasıyla toplumu oluşturan bireylerce izlenmesidir.

Radyo, özellikle televizyona göre, her mekanda ve her durumda rahatlıkla dinlenebilme, küçük ve taşınabilir olma ve her şeyden önemlisi de ucuz olma gibi üstünlüklere sahiptir. Özellikle özel araba kullanımının artması radyo dinlenme oranını da artırmıştır. Radyo, hem işletilmesi hem de hedef kitle tarafından temin edilmesi televizyona göre çok daha ucuz olduğundan ve yeni dünya düzeninde tüketiciler giderek fakirleştiğinden radyo alıcıları en fazla tüketilen kitle iletişim araçlarının başında gelmektedir. Tüketici sayısındaki bu artışa paralel olarak dünya ulusal, bölgesel ve yerel olmak üzere sayısız radyo dalgaları ile kuşatılmıştır.




Radyonun bulunuşu ve insanlık yararına sunuluşunun yaklaşık 87 yıllık bir tarihi geçmişi vardır. Ancak radyo telsizinin ilk yayına başlamasının 1920’lerde olmasına karşılık, bu alanda yapılan çalışmaların çok daha eskiye dayandığı 1860’lardan önce başladığını söylemek gerekir. Bir iletişim aracı olarak radyonun günlük yaşantımızın bir parçası haline gelmesi değişik ülkelerde birçok bilim adamının farklı teknik buluşlarının sayesinde olmuştur.

Radyo tekniği ile ilgili olarak yapılan ilk teknik buluş James Clerk Maxwell tarafından 1860 yılında olmuştur. Maxwell ilk kez radyo (elektromanyetik) dalgalarının varlığını bulmuştur. Maxwell daha sonra 1865 yılında da bu dalgaların boşlukta ışık hızına yakın bir hızla yani saniyede 186.000 mil-300 000 km hızla hareket etmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak Maxwell daha çok kuramsal çalışma yaptığından bu iddialarını kanıtlama yoluna gitmemiştir. Maxwel’in bu buluşu 20 yıl sonra 1885-1889 tarihleri arasında bugün elektromanyetik dalgalara ismini veren Alman fizikçi Heinrich Hertz tarafından geliştirilmiştir. Hertz, Maxwel’in kuramsal aşamada kalan buluşunu yani elektromanyetik dalgaların varlığını ve ses titreşimlerinin elektromanyetik alanda ışık hızı ile yayıldığını kanıtlamıştır. Ayrıca Hertz, elektromanyetik dalgaların uygun metal yüzeylerde yönlendirilmiş radyo dalgalarına dönüşebileceğini de bulmuştur.

Aynı yıllarda İngiltere’de Liverpool Üniversitesinde Oliver Lodge, Rusya’da Kronstadt Üniversitesinde S. A. Popoff gibi ilim adamları da elektromanyetik dalgaların kullanımını ilerleten çalışmalar yaptılar. Bu teknik buluşların ses aktarılmasında ilk kullanımı İtalyan Guglielmo Marconi tarafından 1895 yılında yapılmıştır. Marconi, önce kısa mesafelere ses aktarımı üzerinde çalışmış, başarılı olması üzerine de uzaklık derecelerini çoğaltarak 1897 Ağustosunda İngiltere’de 55 km. kadar uzaklığa sesin ulaşmasını başarmıştır. Daha sonra ise deniz aşırı ses ulaşımı denemelerine girişerek, İngiltere’nin Cornwall ile ABD’nin Newfoundland eyaletleri arasında telsiz yolu ile ses aktarımını yaptı.

Marconi’nin bu buluşları ilk önceleri özellikle deniz haberleşmesinde kullanılmaya başlandı. 1906 yılında ise telsiz aracılığı ile yine Marconi tarafından müzik ve sözün, teknik deyimi ile ses dalgalarının aktarılması gerçekleştirilmiştir.

1907 yılında Lee De Forest’in ‘boşluk tüpünü’ bulması radyonun teknik buluşlarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu boşluk tüpü sesin aktarılmasında sürekli olarak kullanılabilen ve daha önce Ambrose Fleming’in buluşu olan radyo lambalarının geliştirilmiş haliydi.

Radyo teknik buluşunun ilk kez iletişim aracı olarak kullanılması önce gemiden gemiye sonraları ise gemiden karaya olmuştur. Bu teknik buluş radyo telsizi daha sonra çeşitli haberleşmelerde kullanılmaya başlanmıştır.

ABD’de bu aracın hızla yayılması bu konuda düzenleyici yasaların oluşturulmasını gerektirmiş ve 1910 yılında Telsiz Gemi Yasası çıkarılarak radyo telsizi ile yapılan haberleşmeye düzenleyici kayıtlamalar getirilmiştir.

Avrupa’da ise ilk düzenli telsiz kullanımı 1914 yılında Almanya’da gerçekleştirilmiştir. Radyonun bir kitle iletişim aracı olarak sürekli kullanılması, kamuya seslenen söz ve müzik yayınlarını yapması ise 1920’lerden sonradır.

Sürekli ilk radyo vericisi 2 Kasım 1920’de ABD’de çalışmaya başlamıştır. KDKA adlı bir istasyonda seçim haberleri ile başlayan yayını 500-2000 arasında dinleyici izlemiştir. Yayınlarını akşam saatlerinde yapan bu ilk radyo istasyonu haber, müzik ve spora yer veren programlar yayınlamıştır. ABD’de 1921 yılında düzenli yayın yapan istasyonların sayısı 4 iken 1922 yılı Aralık ayında bu sayı 392 ye ulaşmıştır. İlk tecimsel yayın ise aynı yıl WEAF adlı radyo istasyonunda başlamıştır. Bu tarihten sonra düzenli radyo yayınları tüm dünyada hızla yayılmıştır.

Ancak radyonun kitle iletişim aracı özellikle de haberleşme aracı olarak kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda günümüzdeki gelişmişlikten çok uzaktı. İlk kez elektronik yol ile alışılagelmişin dışında bir biçim ve yöntem ile topluma ulaşılmaya çalışılıyordu. Radyo yayınlarında yer alan her şey yeni bulunmakla beraber ilk kez uygulanıyordu. Bu sebeple yayın türleri çok sınırlı olup radyolarda daha çok haber ve müzik yayını yapılıyordu.

Radyo yayınlarının hızla yayılışı, dinleyici kitlesinin de artmasını sağlamış, ayrıca alıcıların transistörlü, taşınabilir, küçük olarak yapılması da hedef kitlenin çoğalmasına neden olmuştur. Radyo tekniğindeki ses bandındaki gelişmeler; daha net bir ses alınmasına neden olan FM bandının bulunuşu, 1955’lerde stereo yayınların özellikle müzik yayınlarında kullanılışı, radyonun gelişmesinde başlıca adımlar olarak kabul edilmektedir .

Radyo, bir kitle iletişim aracı olarak, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Türkiye, 1927 yılında 5 KW güçle ilk düzenli radyo yayına geçmiştir. Bu tarihte haber ve müzikle başlayan radyo yayınları, yakın zamana kadar devletin resmi organı olarak faaliyet göstererek bir propaganda ve eğitim aracı olarak kullanılmıştır. 1990 yılından itibaren Türkiye’de özel televizyonlar gibi özel radyo istasyonları da yayın hayatına adım atmışlardır.

Türkiye’de şu anda 36 ulusal, 130 bölgesel ve 1054 de yerel yayın yapan toplam 1220 özel radyo bulunmaktadır. 

Geçmişten bugüne radyo, haber, eğlence ve reklâm açısından önemli bir kitle iletişim aracı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında radyo, dünyanın her yanındaki insanlara sınır tanımadan her türlü yayını alabildiği bir dönemi yaratmıştı. Bu yayılmayla birlikte radyo da kendi program türlerini yarattı. Örneğin Batı’da 1930 ve 1940’lı yıllarda, Türkiye’de ise özellikle 1950’lerde radyodaki dramalar, bugünün pembe dizileri kadar ilgi görüyordu. Yine Türkiye’de “Radyo Tiyatrosu”nun yayınlandığı geceler evlerde yaşam durur ve herkes radyolarının başında toplanırdı.

Tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde radyonun aşağıda sıralanan işlevler ve amaçlar için kullanıldığı söylenilebilir:

·                    Devletlerin, hükümetlerin, ulusal ve uluslararası alanda kendi ideolojilerini benimsetmeleri, yaymaları ya da pekiştirmeleri,
·                    Başta üçüncü dünya ülkeleri olmak üzere pek çok ülkede eğitim amacıyla kullanılması,
·                    Eğlence ve özel sektör ürünlerini pazarlama amaçlı,
·                    Bazı ülkelerin bağımsızlık savaşlarında ya da baskıcı rejimlere karşı halkı bilgilendirme ve bilinçlendirme,
·                    Farklı kültüre sahip toplulukların seslerini duyurmak ya da haklarını aramak ve kültürlerini yaşatmak amacıyla kullanılmaları,
·                    Günümüzde ise internetin kazandırdığı imkanlar sayesinde insanların kolayca radyo kurup kendilerini ifade etme amacıyla kullanmaları

Radyonun öteki araçlara göre daha “hızlı” olması, bu kitle iletişim aracını ön plana çıkartan en başat özelliğidir. Radyonun gazetede olduğu gibi baskıyı bekleme ya da televizyonda olduğu gibi görüntünün elde edilip kurgulanması şeklinde bir zorunluluk yoktur. Bunun yanında radyo, bütün ülkelerde yayıldığı coğrafi alan itibariyle en güçlü yayın aracı olarak bilinmektedir. Bölgelere göre yayın yapılabilmekte, istenilen bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısı dikkate alınarak reklâmlar verilebilmektedir. Ayrıca hem radyo dinleyicisi hem de reklam veren için ekonomik bir reklam ortamıdır.

Bu kadar önemli bir araç olan radyonun Türkiye’de ne kadar dinlendiği ile ilgili bir soruya önceden cevap vermek mümkün değildi. Çünkü radyoların dinleyici oranları ciddi olarak ölçülmüyordu. Bu sorunu gidermek amacıyla radyocular ve reklamverenler tarafından Radyo İzleme ve Araştırma Kurumu (RİAK) kuruldu. RİAK, HTP Araştırma Ve Danışmanlık Şirketine radyoları izleme görevini verdi. HTP üç aylık dönemler halinde radyoları izleyerek bir rapor sunmaktadır. İlk rapora göre Türkiye’de 12 yaş üzerindekilerin %63’ü radyo dinliyor. Kişi başına günlük radyo dinleme zamanı ise 92 dakikadır. Bu oran Avrupa ve özellikle Akdeniz ülkeleriyle hemen hemen aynıdır.

Cinsiyete göre duruma bakıldığında kadınların (yüzde 68) erkeklerden (yüzde 58) daha fazla radyo dinlediği ortaya çıkıyor. Yaş gruplarına göre bakıldığında ise en çok gençlerin dinlediğini görülmüştür. Dinleyicilerin öğretim durumuna göre dağılımı da, eğitimsiz ve yüksek öğretim görenlere göre orta öğretim eğitimi alanların oranı daha yüksek (Yüzde 66). Mesleklerde ise durum şöyleydi: En çok öğrenciler (Yüzde 68) dinliyor ve ikinci sırada da ev kadınları (Yüzde 67) yer alıyor. Daha çok şehirlerde mi, yoksa kırsal kesimde mi radyo dinlendiğine bakıldığında küçük şehirlerde ve ilçelerde dinlenme oranının çok yüksek olduğu gözleniyor. Örneğin, İstanbul'da yüzde 60, İzmir'de yüzde 62, Ankara'da yüzde 70, Erzurum'da ise yüzde 88 dinleme oranları karşımıza çıkıyor. Nüfusu 20 bin ve üzerinde olan ilçelerde bu oran yüzde 67'ye kadar çıkıyor. Şimdi de radyoların en çok hangi saatler arasında dinlendiğine bir göz atalım. En çok saat 11.00 ile 13.00 arasında radyo dinleniyor. Dinleme oranı sabah 07.00'de artmaya başlıyor 11.00-13.00 arasında zirve yapıyor, az bir düşüşle 19.00'a kadar devam ediyor ve sonrasında ise dinleme oranı iyice düşüyor. Radyolar en çok evlerde (Yüzde 55) dinleniyor. Sonra arabalar (Yüzde 15) ve işyerleri (Yüzde 12) geliyor.

Türkiye'de en çok arabesk şarkılar çalan radyolar dinleniyor. Onu Türkçe pop şarkıları çalan radyolar izliyor. Yabancı müzik kanalları da oldukça fazla dinleniyor. TRT FM ne durumda diye baktığımızda en çok dinlenen üçüncü radyo olduğunu görüyoruz. Radyoların dinleyicileri çok sadıktır. Eskisi kadar olmasa da Türkiye'de büyük bir çoğunluk radyo dinliyor. TRT radyoları gibi fazla eğitici ve bilgilendirici olmasa da özel radyolar eğlendirme misyonuyla milyonlarca dinleyiciye ulaşmış durumdalar.          

Televizyon Program Türleri

Televizyon Program Türleri

Yayıncılık denilince akla ilk gelen şey somut olarak programlardır. Çünkü televizyon için söylemek gerekirse, sesin ve görüntünün yayın amaçları çerçevesinde belirli bir düzen güdülerek hazırlanması gerekir. Bu aynı zamanda televizyon için ses ve görüntü aktarımının teknolojik bir gelişim olmasının dışında, yayın adını alabilmesi için gerekli ön koşuldur. Yayıncılık sadece görüntü ve sesin bir noktadan başka bir noktaya aktarılması değil, bu aktarımın anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde kodlanarak yapılmasıdır. TV programları, televizyon genel amaçları çerçevesinde hazırlanan; yani bilgi vermek, eğitmek, haber vermek, eğlendirmek,….v.b. amaçları güden, belirli bir süre, teknik donanım ve içerik çerçevesinde hazırlanan yapımlardır ve televizyon amaçları gereği çeşitli türlere ayrılır. TV program türleri konusunda bir çok farklı isim öne sürülebilir ancak televizyonun haber, eğitim, kültür, müzik, reklam,…v.b. amaçları ve işlevleri düşünüldüğünde ana hatları ile şunlar sıralanabilir:

Düz programlar, konunun bir ya da iki kişinin anlatımı yolu ile sunulduğu programlardır. Karşılıklı konuşma, soru cevap ya da röportaj teknikleri yardımı ile adı geçen konu ile ilgili izleyicinin direkt ve kısa yoldan bilgilendirilmesi sağlanır. (Gökçe,1997:73) (Yakın Plan-NTV-Oğuz Haksever, NTV’ye sorun- Celal Pir, Sinema 7 –TRT 2, Arena)

Müzik programları, açıklayıcı ya da tanıtıcı konuşmaların kullanıldığı; ama bazen bunlara da gerek duyulmadan müzik unsuruna direkt yer verilerek yapılan programlardır.( 5’te 5 –cine 5, Frekans-CNNTÜRK, Ritm-TRT 2, Rocktüel-tv8, Hit Clip-Flash Tv, Müzik Dergisi-tv8, Dünden Bugüne –Kral Tv)

Dramatize programlar, çeşitli tiyatro oyunlarının direk verilmesi ile oluşturulabileceği gibi, TV için özel olarak düzenlene oyunlar ya da son zamanlarda oldukça etkin olan TV film ve dizileri bu programlar içersinde yer alır.(Bir Demet Tiyatro, Selena, Acemi Cadı, Avrupa Yakası,…)

Eğlence programları, müzik, dans ve benzeri eğlence unsurlarının birlikte kullanımı ile oluşturulan çeşitli skeç ve komikliklere de yer verilen programlardır.  (Bir Başka Gece,Televizyon Makinası, Beyaz Show,Kime Diyorum Ben…)

Çok kişili programlar, ikiden fazla kişin yer aldığı, tartışma, açık oturum ya da yarışma gibi programlardır. Bilgi verici, aydınlatıcı, eğlendirici ve heyecanlandırıcı işlevsel özellikler taşır.(Biri Bana Anlatsın, Siyaset Meydanı, Neden, Kim 500 Bin İster, Pasaparola)

Spor programları,  spor müsabakaları ile ilgili haber veren, sonuçlarını değerlendiren, çeşitli branşların tanım işlevini yürüten ve o branşlarla ilgili sporcu sağlığından, teknik gerekliliklere kadar birçok konuda bilgi veren programlardır.(Spor Aktüel, Kale Arkası, 90 Dakika, Stadyum, 3. Devre, Devre Arkası, Spor Sayfası, Santra…)

Eğitim programları,  tek başına eğitim amacı güdülerek yapılabildiği gibi çeşitli amaçların yanında özellikle çocuk ya da belli konularda ilgili yetişkinlerin eğitilmesi ve bilgilendirilmesi çerçevesinde oluşturulan programlardır. (Küçük Şeyler-TRT1 –Üstün Dökmen, Hayatımız Sınav-TRT 2- Cihat Şener…)

Tanıtım ve reklam programları,  özellikle yayıncılık alanında meydana gelen tecimsel gelişmeler, televizyonları ticari birer işletme haline getirmiştir. Bu nedenle reklam gelirleri televizyonlar için çok önemlidir. Özellikle ticari rekabetin acımasızlığı ve teknik gelişmelerin hızlılığı parasal zorunlulukları da beraberinde getirmiş, bu zorunluluk ticari bir işletme mantığı ile çalışan televizyonları reklamlara ve reklam verenlerin politikalarına uyumlu hale gelmeye zorlamıştır. Hatta öyle ki televizyon reklam kuşakları sayısı giderek artarken, reklam yayın yöntemleri de değişmiş, bu bağlamda özel programlar dahi yapılır olmuştur. Ayrıca reklamlar çeşitli TV programlarının içinde kuşak olarak yayınlanmanın yanı sıra bant ya da sanal reklam yoluyla programlarla içli dışlı hale getirilmiştir.  


Karma programlar,  karma programlar yukarıda adı geçen tüm program içeriklerinden alıntılar yapan özel program türüdür10

Özel Yayıncılık

Özel Yayıncılık

Türkiye’de yayıncılık alanında meydana gelen ve 1980’li yılları içeren özel yayıncılık girişimleri, dünyadaki yeni ekonomik politikalar çerçevesinde değerlendirildiğinde daha anlamlıdır. Özellikle 1970’li yıllarda temelleri atılan yeni ekonomi modeli (post-fordist) tüm toplumsal dinamiklerin yeniden tanımlanmasına yol açarak, köklü değişikliklere gidilmesine neden olmuş,  bu bağlamda ulus devletlerin üretim sürecindeki ekonomik hakimiyeti sorgulanmaya başlanmış; hatta ulus devletler iktidarlarından vazgeçmeye itilmiştir. Sonuç olarak ulus devletler, üretimdeki büyük oranlı paylarını, yeni ekonomi politikaları çerçevesinde çok uluslu şirketlerle paylaşmak zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bu tarihten sonra yayıncılık alanında meydana gelen gelişmeleri de bu paylaşım zorunluluğu bağlamında okumak gerekir. Çünkü kitle iletişim araçları ve özellikle televizyon yeni ekonomi politikaları ve bunun ideolojik şekillendirmesi temelinde önemli birer taşıyıcı olarak görülür ve çok uluslu şirketlerin hedefi bu araçlar yardımı ile dünyanın en ücra köşelerini ulaşılabilir kılmak, buralarda yaşayan hemen herkesi müşterisi haline getirebilmek ve tüketim seferberliğine bu insanları dahil edebilmektir. Bu nedenle televizyon ve diğer kitle iletişim araçları, bu çok uluslu şirketlerin rasyonaliteleri çerçevesinde şekillenmiş, ulus devletlerin iktidarlarının elinde bulunan yayın hakları da bu şekillendirmeden payını almıştır. Türkiye’de özel televizyonculuğa geçiş bu bağlamda ele alınıp değerlendirilmelidir. Kısaca değinilmesi gereken bir başka nokta ise, yayıncılıkta gelinen yeni noktanın beraberinde getirdiği zorunluluklar ile ilgilidir. Artık dünyadaki yeni ortam, yayıncılık alanında meydana gelen teknolojik gelişmeler  (kablolu ve dijital yayıncılık) ve bu gelişmelere bağlı yüksek maliyetteki yatırım ortamı, ulus devlet hâkimiyetindeki yayıncılık anlayışının değişmesinde başka bir zorunluluktur. Bu, dünyada yaşanan yeni ekonomi politikaları çerçevesinde şekillenen rekabet ortamı içinde gerekli donanımlara sahip olup olmama konusu ile yakından ilgilidir. Türkiye bu rekabet ortamı ile TRT tekelinin tek başına mücadele edebilmesi çok da mümkün değildir ve özel yayıncılık girişimleri ve tecimselleşme çabalarını bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Özel yayıncılık anlamında 26 Aralık 1988 yılında uygulamaya koyulan uydu aracılığıyla yabancı kanalların kablolu sistem ile dağıtımına başlanması önemli bir aşamadır. Bu tarihten sonra gelişen ve değişen yayıncılık şartları kendini oldukça etkin bir şekilde hissettirmeye başlamıştır.

1 Ekim 1990 tarihinde, özel radyo ve televizyon yayınlarına olanak tanımayan Anayasanın 133. Maddesi’ne rağmen, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleri ile kurulan Star-1, Anayasa ihlaline neden olmamak için yurt içinde değil de yurt dışından yayına başlamıştır.

1991’den sonra özel radyo ve televizyonların sayısı giderek artmıştır. Özelikle radyo teknolojisinin televizyona oranla oldukça ucuz olması, radyo sayısında önemli bir artışa neden olmuştur. Ayrıca bu tarihlerde kurulan televizyonların çoğunun arkasında büyük basın grupları vardır.

Bu tarihlerde yayına giren özel televizyon kanalları, Mega 10 (1991), Show-TV (1992), Kanal 6 (1992), HBB (1992), Flash TV (1992), Kanal E (1992), BTR (1992),  TGRT (1993), Kanal D, ATV (1993),  Samanyolu TV (1993), Cine-5 (1993) olarak sıralanabilir.

Bu kanallar, hiçbir yasal ve hukuki düzenlemenin mevcut olmaması ve frekans tahsisi konusunda bir düzenlemeye gidilmemesinden doğan karmaşıklığa rağmen, TRT tekeline karşı çok sesli bir ortam oluşturduğu dayanağı ile çok uzun süre desteklenmiş; ancak daha çok siyasi gerginlikler nedeniyle kamusal çıkar ve düzensizliği giderme adına yasal düzenlemeler ile var olan karışıklık giderilmeye çalışılmıştır. 1993’ün ilk dört ayında,  İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıkları’nın genelgeleriyle, frekans sorunu gerekçe olarak gösterilerek özel radyo ve televizyon yayınları durdurulmaya çalışılmıştır. Ancak bu müdahale işe yaramamış ve sonuçta 8 Temmuz 1993 tarihli Anayasa’nın 133. Maddesin’de yapılan değişiklik ile, kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde radyo ve televizyon istasyonları kurmak serbest bırakılmıştır. Var olan karmaşıklık giderilememiş ve çare olarak düzensizlik ya da karmaşanın temellendirdiği bir düzenlemeye gidilmiştir. (deregülasyon)

Tüm bunlara ek olarak 1993’te, Türkiye’nin 1992’de imzaladığı Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi, onaylanıp yasalaşmıştır. 13 Nisan 1994 tarihli, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’ne uyumlu olarak hazırlanmaya çalışılmıştır.

Mart 1995’te “Radyo Televizyon Yayın İzni ve Lisans Yönetmeliği” yayınlanmış ve bu yönetmelik uyarınca başvuran özel kanalların frekans tahsisi 1997 sonbaharında yapılmaya başlanmıştır. Ancak Milli Güvenlik Kurulu müdahalesi ile bu tahsis durdurulmuş, ek olarak güvenlik belgesi doldurma koşulu konmuştur.


2000 yılından sonra gündeme gelen frekans tahsisi, meclis çalışmalarında uzunca süre yer tutmuş, çeşitli yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından ya Meclis’e iade yolu ile ya da zorunlu onay koşullarında Anayasa Mahkemesi’ne başvurularak reddedilmiştir.

Kamusal Yayıncılık

Kamusal Yayıncılık  

Türkiye’de kamusal yayıncılık üzerine ilk girişim, Kurtuluş Savaşı yıllarında önemi anlaşılan haberleşme ihtiyacını karşılamak üzere Cumhuriyet’in ilk yıllarında gelir.  Ulusal sınırlar içersinde ve tabi ki dünya ile irtibat halinde olabilmek adına başlatılan çalışmalar sonucu, 1925 yılında Telsiz Tesisi Hakkında kanun çıkarılmış ve bu kanun çerçevesinde PTT, Milli Müdafaa ve Bahriye Bakanlıkları tarafından ihale koşulları hazırlanarak verici istasyonlarının kuruluşu için ihaleye gidilmiştir. İhale sonucu Fransız T.S.F. şirketi ile anlaşmaya varılmış ve bir yıl sonra Ankara ve İstanbul’da 20 ile 250 KW arasında değişen güçte vericilerin inşaatına başlanmıştır. 1927 yılında bu vericilerin devreye girmesi sonucu New York, Viyana, Londra, Berlin, Moskova ve Tahran gibi önemli merkezlerle irtibata geçilebilmiştir.

Aynı dönemde radyonu öneminin siyasal iktidarlarca anlaşılması ve bu güçten yararlanılmak istenmesi nedeniyle güçleri 20-50 KW arasında değişen bu vericilerden ikisine radyo yayını yapacak donanım eklenmiştir. Böylece Türkiye’de ilk radyo yayını 6 Mayıs 1927’de İstanbul Büyük Postanesi’nin kapısı üzerine yerleştirilen bir vericiden halka müzik dinletilerek yapılmıştır. Ankara’da ise ilk radyo yayını kesin olmamakla birlikte 1927 Kasım’ından itibaren başlamıştır.

Temel olarak Türkiye’de yayıncılık adına üç ayrı dönemden söz edilebilir. Özel Şirket, Devlet Radyosu ve 27 mayıs sonrası TRT ile başlayan birbirinden farklı bu dönemlerin gelişimi üzerinde, o yılların  siyasi ve ekonomik atmosferi oldukça etkilidir.

Türkiye’de ilk dönem, devlet eliyle ulusal bir burjuvazi yaratma çalışmaları ile yakından ilgilidir. Bu bağlamda Fransız T. S. F şirketi ile yapılan anlaşma gereğince kurulan istasyonlara, daha sonraki tarihlerde eklenen yeni donanımlar yardımı ile başlayan radyo yayıncılığı da eklenmiştir. Burada gözden kaçmaması gereken önemli bir nokta da, bu vericiler kurulurken tıpkı BBC örneğinde olduğu gibi, Türkiye İş Bankası, Anadolu Ajansı be başka birkaç şirketin katılımıyla kurulan Telsiz telefon Türk A.Ş. adı altındaki bir şirket ile İç işleri bakanlığının on yıllığına yaptığı devir anlaşmasıdır. TTTAŞ dönemi olarak belirlenen radyonun ilk on yıllık dönemi, yayıcılık konusunda çalışanların bilgi ve deneyim yetersizlikleri, ülkenin içinde bulunduğu ve çoğunlukla dünyadaki ekonomik gelişmelere bağlı sıkıntılar,… gibi etkenler ticari bir işletme öngörüsü ile reklam gelirlerinden elde edilecek kazanç temelinde kurulan özel radyo girişiminin son bulmasına neden olmuştur.

Bu tarihten itibaren 1929 dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle devlet eliyle kalkınmanın gerçekleştirilebileceği düşüncesi egemen olmuş, devlet tüm üretim alanlarında etkin bir rol oynamaya başlamıştır. Bu bağlamda yayıncılık alanında da etkin bir millileştirme politikası güdülmüş ve ilk iş olarak 120 KW’lık bir radyo istasyonunun, Ankara’da kurulma çalışmaları Devlet tarafından başlatılmıştır. Bu istasyonun 1938 yılında yayına başlamasından hemen önce, radyo 1937’de 3222 sayılı yasa gereği PTT Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Ancak radyo yayın hizmetlerinin devlet eliyle yürütülmesi bu yasa ile değil, 18 Ağustos 1936’da bir kararname ile sağlanabilmiştir.

1936-40 dönemi sonunda İkinci Dünya Savaşı dönemi başlamıştır ve bu dünya yayıncılığı açısından durgunluk dönemi olarak adlandırılır. Ancak bu dönem radyonun işlev açısından toplumda en çok aranan haber alma aracı olarak ön plana geçtiği bir dönem olmuştur.  Dönemin özelliği nedeniyle radyo, hükümet yanlı, halk yönlü bir kullanıma girmiştir. 1939’da savaşın başlamasıyla radyonun rolünü daha iyi anlayan hükümet, radyoya ve radyo hizmetine yeni bir şekil vermiştir. 22 Mayıs 1940 tarihinde, 3837 sayılı yasayla ‘Matbaat Umum Müdürlüğü’ kurulmuş, böylece İçişleri Bakanlığı’ndan basın, PTT Genel Müdürlüğü’nden de Radyo yayınları bu müdürlüğe bağlı hale getirilmiştir.

İkinci Dünya savaşı sonrası Türkiye’de önemli siyasal ve ekonomik gelişmeler gerçekleşmiştir. Tek partili yaşamdan çok partili yaşama geçilmiş, 23 yıl süren tek parti yönetiminin ardından, Türkiye 1946 yılında ilk kez çok partili seçimlere tanıklık etmiş ve muhalefet partisi Demokrat Parti, bu tarihten sonra yapılan 1950, 1954 ve 1957 genel seçimlerini kazanmış, 1960’lı yılların başına kadar ülkeyi yönetmiştir. Ayrıca bu tarihte dünya ile entegre olma çabaları giderek derinleşmiş, Marshall yardımları ile başlayan Amerika Türkiye yakınlaşması birçok alanda yeni ortaklıkların gelişimine neden olmuştur. Ayrıca NATO üyeliği yine bu dönemde gerçekleşmiştir. Ancak tüm bu olumlu ya da olumsuz yönleriyle tartışılabilecek gelişmelere karşın DP, tek parti egemenliğini her alanda etkin hale getirmeye çalışmış, iktidar uygulamalarına yöneltilecek eleştirileri bertaraf etmek için dikta rejimlerine özgü tedbirler geliştirmiş, bu bağlamda radyo da DP’nin sesi haline gelmiştir. Dolayısıyla bu dönem partizan radyoculuk dönemi olarak adlandırılarak tarihe geçmiştir. Kısaca bu dönemde radyo DP’nin propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle bu dönem devlet radyoculuğu olarak adlandırılır. Bütün bunların yanı sıra, içerik ve yapılanma anlamında bazı değişiklikler ve gevşemeler söz konusu olsa da, bu gelişmeler Avrupa’da meydana gelen değişiklikler ve özerk yapılanmalar karşısında çok da etkili olmamış ve devlet radyoyu tamamen kendi için bir iktidar aracı haline getirmiştir.

DP uygulamaları karşısında gerçekleşen 1960 müdahalesi ve sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası, tüm diğer alanlarda olduğu gibi yayıncılık alanında da değişik düzenlemeleri öngörmüştür. Bu düzenlemelerin amacı devlet denetiminde iktidarın sesi haline gelen radyo yayıncılığını özerk bir hale getirerek bağımsızlaştırmak ve aynı zamanda geç kalınmış TV yayıncılığını başlatmaktır. Bu amaçla çıkarılan 1.1.1964 tarihli 359 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon yasası ile TRT kurulmuştur. TRT yasası ile getirilen yayın ilkeleri şunlar olmuştur:

“Her türlü Radyo-TV yayınları tarafsızlık ilkesine uygun olarak yapılır. Haber ve programların seçilmesinde ve sunulmasında,  kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine getirilmesinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu görüşüne bağlı; insan haklarına dayanan milli demokratik, laik ve sosyal cumhuriyetin, milli güvenliğin ve genel ahlakın gereklerine uygun; Atatürk devrimlerinin, Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyine erişmesini öngören dünya görüşünü yerleştirici ve geliştirici olmak, TRT’ye yasa ile verilmiş bir görevdir…8

Bu tarihten sonra TRT’nin teknik ve eleman gereksinimlerini gidermek amacıyla değişik çalışmalar yapılmış ve 1964 tarihinde eğitilerek TV hizmetlerinde çalıştırmak üzere eleman alımına gidilmiştir. TRT 1966 tarihinde Federal Alman Hükümetinin verdiği cihazların kullanımı ile Mithat Paşa caddesinde eğitim çalışmalarına başlamış ve 31 Ocak 1968 tarihinde haftada üç gün olarak düzenli yayına geçmiştir. 15.5.1974’de ise haftanın her günü yayın yapılmaya başlanmıştır.  Tüm bu gelişmelere rağmen mali ve teknik zorunlulukların karşılanamaması ve dünya ile karşılaştırıldığında TV yayıncılığı konusunda yaşanan gelişmeler karşısında oldukça geride kalınması gibi etkenler TRT için özerk yılların sonunu hızlandırmıştır. Ayrıca yaşanan siyasi ve toplumsal gerginlikler nedeniyle hedef haline gelmiş ve 12 Mart müdahalesi ile 1971 yılında özerkliği sona ermiştir. Bu tarihten sonra TRT, her iktidar döneminin hedefi olan bir kurum haline gelmiş ve iktidarın politik uygulamaları için önemli bir icraat seslendiricisi halini almıştır. 12 Eylül 1980 müdahalesini izleyen yıllarda ANAP iktidarı ile birlikte uygulanmasına başlanan liberal ekonomi politikaları neticesinde TRT ile birlikte hiçbir düzenlenmeye gidilmeden özel televizyonculuk yayını, TRT yayıncılığına alternatif, çok sesli bir yapı ile büyük bir toplumsal desteği de arkasına almıştır.  Ancak, herhangi bir kurala tabi olmayan ve reklam gelirlerine bağlı ticari bir işletme mantığı ile çalışan bu yayıncılık anlayışı büyük bir karmaşaya ve başı boşluğa neden olmuş, bu karmaşıklığı gidermek amacı ile de 1993 yılında çıkartılan ‘Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’ çerçevesine ‘Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ kurulmuştur9. Kısaca 1990’lı yıllara kadar geçen sürede yayıncılık alanında meydana gelen gelişmeleri özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir:

20 Eylül 1971’de Anayasa’nın 121. Maddesi değiştirilerek, TRT’nin özerkliğine son verilmiştir. TRT artık (maddeden “özerk” sözcüğü kaldırılmıştı) sadece “tarafsız” bir kamu tüzel kişiliği olarak tanımlanmıştır.

Yine 1971’de İTÜ ile TRT arasında iş birliği sonucu bir protokol imzalanmış ve 30 Ağustos günü İstanbul’da TRT’nin TV yayını başlamıştır. Aynı yılın Eylül ayında da İzmir televizyonu devreye girmiştir. Eskişehir’e ve Balıkesir’e de izleyen bir yıl içinde TV yayınları ulaştırılabilmiştir.

Televizyon yayınları ise, 1970’lerin ortasında, ülke yüzölçümünün yüzde 28’ine, nüfusun ise yüzde 55’ine ulaşmıştır. 1980’de, ülke nüfusunun yüzde 74’ü TV yayınlarını izleyebilmiştir. 1972’de TRT yasasındaki değişiklerden sadece bir hafta önce, ani bir kararla televizyonda da reklam yayınları başlamıştır. 1980’de, artık TRT, yüksek oranda reklam geliri elde etmeye başlamıştır.

Eylül 1980 ile Kasım 1983 arasındaki dönem, baskıcı bir askeri yönetim dönemi olarak, radyo ve televizyon alanında da, TRT’nin doğrudan askeri rejimin yönetimi altına girmesiyle nitelendirilmektedir.

1982 Anayasası’nın 133. Maddesinde askeri yönetimin uygulamalarına karşın, 1972’deki gibi, radyo ve televizyon istasyonlarının ancak devlet eliyle kurulabileceği ve idarelerinin de bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceği; esas olarak da, tarafsızlık ilkesinin gözetileceği belirtilmiştir.

11 Kasım 1983’te İhtisas Komisyonu’nca hazırlanan bir başka kanun ise, Milli Konseyi’nde kabul edilen, Danışma Meclisi’ne bile gönderilmeyen ve 1 Ocak 1984’te yürürlüğe giren 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’dur. Bu kanun, TRT çerçevesinde hazırlanan bir kanun olmasına ve yayın tekeli TRT’nin elinde olmasına rağmen Türkiye’deki bütün radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin bir kanun olarak nitelendirilmiş ve Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) kurulmuştur. RTYK, bütün yayınların gözetimi ve denetimi ile genel ilkeleri saptamakla yükümlü olmuştur.  

Büyük bir teknik gelişim sayılabilecek renkli televizyon yayını 1 Temmuz 1984’te başlamıştır.

6 Ekim 1986’da TRT 2, 1-2 Ekim 1989’da TV 3 ve GAP-TV yayına geçmiştir. . Dördüncü TV kanalı, TRT-INT ve Telegün (teletekst) yayınları ise, 1990’da başlamıştır.

Ayrıca, TRT 1985’ten başlayarak TRT dışında yapılan yapımlara yayınlarında yer vermeye başlamıştır. Bu gelişme, reklam yayınlarına yer veren TRT için yeni bir tür tecimselleşme anlamı taşımaktadır. Ayrıca, 1990’dan sonra sponsorlu programlara ayrılan saatlerde de artış olmuştur.