5 Aralık 2012 Çarşamba

Televizyonun Olumsuz Özellikleri

Televizyonun Olumsuz Özellikleri

1.      Televizyon karşısında geçirilen zaman bazı fizyolojik bozuklukları da beraberinde getirir. Göz bozuklukları, mide bulantısı ve baş dönmesi gibi etkilerin yanı sıra, sinirsel yorgunlukların da önemli tetikleyicisidir.
2.      Televizyon, etkileşimli bir iletişimi ön görmediğinden, karşısında edilgen bir izleyici  topluluğu yaratır. Bu durum hayal kurmayı, yaratıcılığı ve bilgi farkındalığı önünde önemli bir settir ve zihinsel tembelliğin oluşmasında en önemli etkendir. Dolayısıyla  izleyici kendisine iletilen her veriyi doğru bir bilgi olarak değerlendirir, bu verileri sınayacak bilgi birikiminin oluşması engellenir.
3.      Televizyonun insan üzerindeki bu etkilerinin dışında toplumsal kurumlar üzerinde de etkisi büyüktür. Özellikle yaşantı tarzında meydana getirdiği değişiklikler toplumsallaşma sürecini de etkilemekte, insan ilişkilerinde yapısal değişikliklere neden olmaktadır. Televizyon, yemek yeme, uyuma, gezme gibi ihtiyaçların ve insanlarla ilişkide bulunabilecek sinema, tiyatro vb… sosyalleşme ortamlarının yerini alabilmekte, haber alma, eğlence ve dinlenme gereksinimlerini karşılayarak serbest zaman etkinlikleri üzerinde söz sahibi olabilmektedir6.


6 Kasım 2012 Salı

İletişim ve Kitle İletişim İlişkisi

İletişim ve Kitle İletişim İlişkisi

İletişim süreci açısından kitle iletişimin oluşması için, dinleyici kitlesinin de iletilere tepkide bulunması gerekir. Ancak böylece kitle iletişiminden söz edilebilir. Bu bağlamda kitle iletişiminde doğrudan değil, en azından dolaylı bir karşılıklı etkileşim söz konusudur. Dolayısıyla, kitle iletişim araçları aracılığıyla seyirci/ dinleyicilere yöneltilen mesajlar, bir tür iletişimsel eylem olmaktadır. Hemen şunu da belirtmek gerekir ki; her kitle iletişim sürecinde mutlaka iletişimin oluşacağı gibi bir sonuç söz konusu değildir. Kitle iletişim sürecinde iletişimin oluşabilmesi için, kaynağın ifade eylemine dağınık seyirci kitlesinin veya bunun bazı kısımlarının anlama yönünde karşılık vermiş olması gerekir38.

Kişilerarası iletişimde kaynak özel kişi olmasına karşılık; kitle iletişimde kaynak tek bir insan değil, resmi bir örgüttür. Mesaj gönderen genellikle de profesyonel bir iletişimcidir. Kanal vasıtasıyla dolaşıma sokulan mesajlar tek değil, çeşitli ve önceden bilinmez. Ancak imal edilebilir, tek tipe indirilir, her zaman herhangi bir yolla çoğaltılabilir. Diğer yandan, alıcı ve kaynak arasındaki ilişki tek yönlü ve genelde etkileşimlidir. Bireysel olmayan, ahlaki olmayan ve sayılabilirdir. Kaynak genelde bireyler üzerindeki sonuçlarda ahlaki sorumluluk taşımaz ve mesajını para ve ilgi için ticari kaygılarla oluşturur39.

Bir başka noktada bireyler arası iletişimin aksine kitle iletişiminde kaynağın gönderdiği mesaj alıcıya anında ve doğrudan ulaşırken; alıcının kimliği ve mesaja nasıl tepki gösterdiği öğrenmek her zaman kolay olmamaktadır. Çünkü bilindiği gibi kitle iletişimi, kaynaktan hedef kitleye tek yönlü bir iletişimi içermektedir. Bu durumda alıcının mesaj algılama ve anlamlandırma biçimi ve iletiyi aldığı ortamın koşulları; gönderilmek istenen mesajların alıcıya doğru ulaşmadığı yönünde bazı sorunların yaşanmasına neden olabilmektedir. Yine bireylerarası iletişiminde gerek kaynak gerekse de alıcılar aynı haklara sahipken; kitle iletişiminde kaynak otoriter kimliğiyle ön plana çıkmaktadır.


23 Ekim 2012 Salı

Medyanın Başlıca İşlevleri

Medyanın Başlıca İşlevleri

Medyanın toplumsal yaşamda oldukça önemli işlevleri vardır. Gelişen teknoloji sosyal yaşamda medyanın etkinliğini arttırmakta ve insanların daha da fazla medyaya bağlanmasına neden olmaktadır.

Haber ve Bilgi Verme: Medyanın en önemli işlevlerinden biri haber ve bilgi sunmasıdır. Modadan, sağlığa, siyasetten ekonomiye pek çok alana ilişkin bilgi kitle medya aracılığı ile geniş halk kesimlerine ulaşmaktadır. Sadece ulusal düzeyde değil, uluslar ötesi pek çok bilgi ve haber medyalar yoluyla bizlere ulaşmakta, depolanmakta, işlenmekte ve dağıtılmaktadır. İnsanların, yaşadıkları dünyayla ilgili algılarının oluşmasında, medya son derece etkili olmaktadır. Çünkü bilgi ve haber toplumların gelişiminde ve siyasallaşmasında belirleyici olmaktadır. Bizler, medya aracılığıyla bilgilenirken, aynı zamanda medya tarafından yönlendiriliriz; dolayısıyla bu güç medyaya özellikle haber aktarımında büyük sorumluluk yüklemektedir.

Toplumsallaştırma: Medya bireye içinde yaşadığı toplumla bütünleşme olanağı sağlayacak, toplumsal birleşmeyi ve kamusal yaşama etkin bir biçimde katılma için zorunlu olan bilinçlenmeyi kolaylaştıracak ortak bir bilgi ve düşünce formu oluşturmaktadır. Özellikle kamusal yayıncılığı benimseyen medya kuruluşları, toplumsal yapının gelişmesine ve bireylerin bu yapı içinde sosyalleşmelerine olanak sağlar. Başta demokrasinin temin ve korunması olmak üzere toplumsal kurumların daha etkin işlemesine ve bireylerin haklarına sahip çıkılması yönünde yayıncılık yapar.  Medyanın toplumun or­tak siyasi tutum ve görüşlere ulaşmasında da rolü tartışılmazdır. Siyasal süreç medya aracılığı ile bireyin görebileceği yakınlığa gelmektedir. Bu arada medya çeşitli siyasi görüşlerin propagandasının yapıldığı araçlara da dönüşebilmektedir. Eşit ve tüm görüşlere aynı olanağı veren yayın anlayışı bu noktada çok önemlidir. Özetle medya bilgi üretmekte ve sosyal yapının şekillendirilmesine önemli ölçüde katkıda bulunmaktadır. Günlük yaşantımızı düzenlemekte, çevreyi algılamamızı sağlamakta ve böylelikle toplumsal yaşama uyum sağlamamızı kolaylaştırmaktadır.

Eğitim: Medya düşüncenin gelişmesine, kişiliğin oluşmasına, yaşamın bütün aşamalarında yetenek ve becerilerin elde edilmesine yardımcı olacak bilgiler iletir.  Özellikle gelişme çağındaki çocukların algı ve bilinç düzeyini yükselterek, onların eğitimlerinde yardımcı bir rol oynar. Bireylerin zihinsel gelişimlerine yardımcı olurken, aynı zamanda eğitimin geliştirilmesi yönünde yayınlar yapar. Bu konuda son yıllarda medya kuruluşlarının ülkemizde eğitiminin gelişimine yönelik düzenledikleri kampanyalar dikkat çekicidir, aynı şekilde kamu ve özel kuruluşların eğitime dönük yatırımlarının duyurumu, kamuoyu oluşturma yönünde de medyanın hizmetleri göz ardı edilemez.

Eğlendirme: Medyanın en önemli işlevlerinden biri de insanları eğlendirerek, onların rahatlamasını ve daha mutlu olmalarını sağlamaktır.Gündelik hayatın rutin işleyişi içinde yorulan sıkılan insanlar, ciddi haberlerden çok, eğlendirici haber ya da programlarla “vakit geçirmeyi” yeğlemektedirler ve en önemli eğlence kaynağı da şüphe yok ki medyadır. Özellikle televizyon günümüzde yaygın kullanımını da göz önünde bulundurursak, tam anlamıyla bir eğlence merkezi olduğunu ileri sürmek sanırız yanlış olmaz. Televizyonda yer alan programlar kitlelere gündelik hayatın rutin ve sıkıcı ortamından kaçış olanağı sağlamaktadır. Eğlence ihtiyacı, kitlelerin televizyona olan bağımlılığını arttırmış ve bu durumda televizyon yöneticileri de durmaksızın eğlendirici programları halka arz etme yoluna gitme yolunu tercih etmişlerdir. Özellikle müzik, mizah, drama ve spor kitlelere verdiği rahatlama ve kaçış duygusuyla televizyon yöneticilerinin en çok önem verdiği alanların başında gelmektedir. Aynı şekilde internet de, önemli bir eğlence kaynağı görünümündedir.

Kültürel Değerlerin Korunması: Medyanın bir diğer önemli işlevi de kültürel değerlerin korunmasıdır. Medya doğru kullanıldığı takdirde geçmiş mirasın savunucusu ve kültürün geliştiricisi olarak rol oynayabilir. Toplumların belleği olarak işlev görebilen medya, estetik ve kültürel değerlerin yaşatılmasında da öncü rol oynayarak tarihsel ve sanatsal bir görev yüklenir. İnsanlar resim, edebiyat, müzik, şiir, vs. gibi pek çok sanatsal faaliyete, medya aracılığı ile öğrenirler ve yine medya aracılığıyla katılırlar.

 Denetim/Eleştiri ve Kamuoyu Oluşturma: Medya kamusal bir görev ifa eder. Bu bağlamda özellikle de hükümeti, siyasi partileri, kamu kuruluşlarını, şirketleri, vs. kamu adına denetleme ve eleştirme yetkisini elinde bulundurur. Bu özelliği medyaya 4. güç olma vasfını vermiştir. Denetim ve eleştiri medyanın sorumluluğudur. Medya bu görevini yerine getirmezse, görevini eksik yapmış olur. Vatandaşın hakkını savunma adına görev yüklenen medya, tarihi boyuca pek çok kez iktidarlarla kamu yararı adına mücadeleye girişmiş ve bu özelliğiyle toplumsal hafızada derin bir saygıyı hak etmiştir. Medya, aynı şekilde gerekli görülen durumlarda, topluma öncülük ederek kamuoyu oluşumuna aracılık eder. Bu noktada toplumun ve kamunun vicdanı vazifesi görür.

Tanıtım: Medya devletlerin, şirketlerin, kurum, kuruluş hatta bireylerin en önemli tanıtım aracıdır.  Tanıtım iletişim demektir, iletişim de günümüzde yaygın olarak medya aracılığıyla gerçekleştiği için medyanın tanıtımdaki rolü inkar edilemez. Günümüz ekonomisi pazarlama üzerine kuruludur. Pazarlamanın en önemli aracı da medyadır.  


Medyanın Ekonomik Boyutu

Medya günümüzde, ekonomiyle iç içe geçmiş, önemli bir endüstriyel güçtür. ‘Ayrılan kaynaklar, altyapı ve sabit sermaye yatırımları, yarattıkları istihdam ve hasıla ile ulusal ekonomi içinde geniş bir ticaret ve sanayi sektörü ortaya çıkarmıştır. Bir ülke, ister gelişmiş, ister gelişme yolunda, ister Pazar ekonomisi, isterse merkezi plana dayalı olsun, bu durum geçerlidir. Basım evleri, yayım evleri, radyo, televizyon kuruluşları, basın, reklam, halkla ilişkiler ajansları, bilgi işlem merkezleri, veri bankaları, vb. ile alanında kullanılan donanım maddelerini üreten ve/veya pazarlayan kuruluşlar, değişik ölçeklerde ama mutlaka hemen her ülkede bulunmaktadır. Kuruluşların birçoğu artık ulusal ekonomik sınırlarını aşarak uluslararası ekonomik yaşamın önemli öğesi çok uluslu şirketlerin kapsamına girmişlerdir. Sürekli gelişim sürecindeki iletişim sanayi bir kültür ve/veya bilinçlilik sanayi olan özelliği dışında, başka alanlardaki işletmelerin bağlı oldukları örgütlenme mantığını da izlemek zorundadır1’ Dolayısıyla kabul etmek gerekir medya bir sanayidir ve sanayinin gereklerine göre işler.  Özellikle günümüzde medya oldukça pahalı bir iş kolu haline gelmiştir, bu ortam ancak çok ciddi sermaye birikimine sahip olan kuruluşların yayıncılık yapabilmelerine olanak sağlamaktadır.

Günümüzde medya kuruluşlarının pek çoğu devletten bağımsız özel şirketlerdir ve dolayısıyla özel sektörün kar mantığı doğrultusunda işlerler. Bazı medya kuruluşları ise devlete aittir (TRT gibi) ve devlet politikaları yörüngesinde yapılanırlar. Doğal olarak öncelikle birer ticari işletme olan medya kuruluşları, kendi iç işleyişlerinde para kazanmayı öncelerler. Bu tüm yayıncılık yapılanmasında kendini sürekli olarak hissettiren ekonomik bir gerekliliktir. Altyapı yatırımlarından, malzeme planlamasına, insan kaynakları politikalarından, yayın içeriklerinin belirlenmesine değin pek çok konu ekonominin gereklerine göre işler, zaten ekonominin gereklerine göre işlemezse o medya kuruluşlarının uzun süre yayıncılık yapması mümkün olmaz.

Medya kuruluşlarının en önemli gelir kaynağı reklâmlardır. Dolayısıyla reklam gelirlerini arttırmak ve ekonomik açıdan sıkıntıya düşmemek için reklam verenlerle aralarını iyi tutmak kendi ekonomik işleyişleri açısından son derece gereklidir. Bu da reklam veren firmaların yayıncılık sürecinde zaman zaman kollanması sonucunu doğurabilir. Reklamlar bir taraftan firmaların tanıtım aracı olurken, diğer taraftan da şirketlerin medyaya karşı kullandıkları bir koz haline dönüşebilir. Bu iletişim ortamı için oldukça tehlikeli bir durumdur. Aynı şekilde medya kuruluşları, reklam verenler için daima cazip bir konumda olmak için halk tarafından çok tercih edilmek gibi bir dengeyi sürekli korumak zorundadırlar. Bu durum, daha fazla tercih edilme yönünde bir yayıncılık yapmayı zorunlu kılar. Bu da çoğu zaman eğlenceye dönük bir yayıncılık tarzı gerektirir, böyle bir ortamda eğitime/ kültüre katkı ikinci plana düşebilir. Ülkemizde zaman zaman yoğunlaşan bazı program türlerinin ekranları işgalinin ardında yatan basit sebep, aslında bu programların çok seyredilmeleri, ya da eş deyişle rating’lerinin yüksek olmasında gizlidir.

Medyanın ekonomisi konusunda bir diğer önemli nokta da tekelleşmenin yol açtığı sorunlardır. Tekelleşen medya kuruluşları büyük holdinglerin bünyelerine dahil olmakta ve o holdinglerin elindeki şirketlerden birine dönüşmektedir. Bu durum habercilik ve yayıncılık anlamında çeşitli sakıncaları beraberinde getirmektedir. Birer ticari işletme olan medya kuruluşları zaman zaman haber iletirken bağlantıda oldukları şirketlerin çıkarlarını koruma yönünde bir haberciliği benimseyebilirler. Ekonomi, haber iletim sürecinde belirleyici olabilir. Eleştirel kuram’da medyanın ekonomi-politiği olarak adlandırılan bu durum, aslında tamamen tarafsız olunması gereken haber iletim sürecine dışarıdan bazı faktörlerin dahil olabildiğini ve zaman zaman haberlerin de birer ticari meta olarak algılanabildiğini işaret eder. Medyaya gücünü veren olgu, toplumsal yaşamdaki konumudur; bu konum onun dördüncü güç olarak adlandırılması sonucunu getirmiştir. Medya, kendisine büyük güç veren bu işlevlerini yerine getirirken kamuya karşı olan sorumluluğun bilincinde olmalı ve yayıncılık ilkelerini sadece ticaretin yörüngesinde belirlememeli, topluma ve kamuya yönelik görevlerini unutmamalıdır.

Şüphesiz ki yayıncılıkta, sosyal sorumluluğun da unutulmaması, göz ardı edilmemesi gerekir. Herhangi bir medya metninin “daha çok satılması”, ya da “işin gereği” yayıncılık gibi son derece yaşamsal bir sektörde, yapılan olumsuz eylemleri meşrulaştırmamalı. Rating, ulaşılması gereken esas hedef olursa, o zaman kitle iletişim süreci yara alır. İşin doğasının getirdiği bazı zorunluluklar vardır şüphesiz, bunlar bir noktaya kadar kabul edilebilir, ama bir noktaya kadar da kabul edilemez. İdeal olan, medyanın kendi özdenetim olanaklarını geliştirmesi ve sosyal sorumluluğunu, özellikle de gençlere ve çocuklara yönelik sorumluluğunu sıklıkla hatırlamasıdır.


13 Eylül 2012 Perşembe

MEDYA OKURYAZARLIĞI VE TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMA ALANLARI

MEDYA OKURYAZARLIĞI VE TÜRKİYE’DEKİ
UYGULAMA ALANLARI

Medya günümüzde toplumsal yaşamı belirleyen en önemli merkezlerden biridir. Kaçıncı güç olduğu çeşitli tartışmalara konu olsa da sosyal yaşamın en önemli aktörlerinden biri olduğu ve modern dünyada pek çok insanın sosyal yaşama medya aracılığıyla katıldığı bilinir.  Yaşama aracılığıyla katıldığımız medya, dünyanın pek çok ülkesinde özünde ticari ya da siyasi bir oluşumdur. Yani kitleler üzerinden ya siyasi bir yönlendirme ya da para kazanmayı hedeflerler ve doğal olarak da yapılanmalarında kamu yararı gibi ilkeleri çoğu zaman öncelikli bir amaç olarak görmeyebilirler. Pek çok medya kuruluşu için “para kazanmak” ya da “güç elde etmek” birincil hedeftir ve çoğu zaman medya kuruluşları bu hedeflere ulaşma adına yazılı olan ya da olmayan etik kuralları ihlal edebilirler. Bu da medya aracılığıyla kurgulanan dünya ile gerçek dünya arasındaki ilişkinin sorgulanmasını kaçınılmaz kılar. 

Medyanın etik ilkelere bağlı olması gerektiği konusunda gerek meslek örgütleri, gerek sivil toplum kuruluşları ve gerekse de hükümetler çeşitli çalışmalarla, medya kuruluşlarındaki özdenetim olanaklarını arttırma ve bireyleri medyanın etkilerine karşı daha dirençli kılma yönünde ciddi adımlar atmışlardır. Tüm bu çalışmaların öncelikli hedefi, geniş halk kitlelerinin sürekli maruz kaldıkları medya mesajlarıyla ilgili olarak bilgilendirmek ve böylesine önemli bir işlevi olan medya kuruluşların daha doğru ve sorumlu yayıncılığa teşvik etmektir. Bu amaçla özdenetime dönük çeşitli meslek örgütleri kurulmuş, büyük medya kuruluşları kendi içlerinde benzer düzenlemelere girişmişler ve medyanın daha sorumlu bir yayıncılığı tercih etmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Çünkü söz konusu olan şey, toplum hayatını doğrudan etkilemektedir. Çünkü toplum adeta medya aracılığı ile iletişim kurmakta ve yine medya aracılığı ile elde ettiği bilgilerle karar alma süreçlerine dâhil olmaktadır.  O halde medyanın görünmeyen yüzü ile ilgili olarak ne kadar çok bilgi sahibi olursa, buradan üretilen mesajları alımlarken o kadar az tehlike içinde olur.

Bu kamuoyunu bilinçlendirme ve medya ortamındaki özdenetim olanaklarını harekete geçirme etkinliklerinin en önemlilerinden biri de şüphesiz ki medya okuryazarlığı hareketidir. Medya okuryazarlığının gerek tanımı, gerekse de tarihçesi ile ilgili olarak farklı kaynaklarda, değişik görüşlere rastlanmaktadır. Ana hatlarıyla medya okuryazarlığı, medya metinlerine karşı bireylerin bilgi sahibi kılınıp, olası zararlı etkilerine karşı daha dirençli olmalarını sağlayan, bireyleri bilinçlendirerek medya kuruluşlarını daha dikkatli olmaya davet eden bir eğitim programıdır. Bir eğitim programı olduğu için de öncelikle gençleri ve çocukları medyanın olası zararlı etkilerinden korumayı hedefler. Bireylere eleştirel bir çözümleme olanağı sağlayan bu program, aynı zamanda gerçek dünya ile medya aracılığıyla kurgulanmış dünya arasındaki farka ışık tutarak medyanın görünmeyen/gösterilmeyen yüzü hakkında toplumu bilgi sahibi kılar. Bu şeffaflık ve açıklık medya-toplum ilişkisinin daha sağlıklı bir zeminde işlemesine olanak sağlarken, aynı zamanda demokrasinin ve demokrasinin en önemli kurumlarından biri olan medyanın da daha etkin bir şekilde işlemesine olanak sağlar. Medya okuryazarlığı, medya kuruluşlarındaki kurum içi özdenetim olanaklarının arttırılmasına ve mesleki olumsuzlukların teşhir edilerek, iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın ayrılmasına imkân tanır. Kısacası medya okuryazarlığı, toplumu denetleyen ve bu amaçla tüm dikkatini sosyal yaşama yöneltmiş medyaya karşı, toplumun da onu denetlemesi ve dikkatini medyanın işleyiş mekanizmasına yöneltmesi olarak adlandırılabilir.


14 Ağustos 2012 Salı

AİLE, ÇOCUK VE TELEVİZYON

AİLE, ÇOCUK VE TELEVİZYON

Bilindiği gibi modern toplum, cemaat ilişkilerinin gittikçe zayıflayıp formel ilişkilerin hakim olmaya başladığı bir toplum modelidir. Sanayileşmeyle birlikte iş koşulları farklılaşmaya başlayan modern toplumlar, kentlerde birikerek yeni bir yaşam tarzı geliştirmeye başladılar. Bu yeni yaşam tarzında modern birey, geleneksel toplumdaki bireylerin duygu yoğunluklu ilişkilerinin aksine, formel ilişkilerle sınırlanmaya, dolayısıyla da yalnızlaşmaya başlamıştır.  Bireyselleşmenin yaygın bir toplumsal olguya dönüştüğü modern toplumlarda, informel insan ilişkilerinden elde edilen kazanımlar gittikçe azalmaya başlamıştır. Modern bireyin yalnızlığını besleyen en önemli olgu ailenin dönüşerek küçülmesi ve rollerinin görece azalmasıdır. Modernliğin yarattığı yeni toplumsal durumlar, her ne kadar modern bireyin yalnızlığını beslemişse de, modern bireye yeni şartlar ve imkanlar sunarak modern bireyin yalnızlığını aşmanın yollarını da sunmuştur. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler bu yeni imkanların sunumunda önemli roller oynamıştır. Bu teknolojik gelişmeler içerisinde en çarpıcı olanı elbette ki televizyonun keşfidir.
           
İnsanlık televizyondan önce de bir takım iletişim araçlarına başvurmuştur. Ancak televizyonun bu iletişim araçları arasında ayrıcalıklı bir yere sahip olmasının nedeni, salt bir iletişim nesnesi olmamasındandır. Televizyon bir iletişim imkanı sunmakla birlikte, bilgilendirmek ve eğlendirmek gibi ek bir imkanı daha sunmaktadır. Televizyonun görsellik esası üzerinden işlerlik kazanması, yani sesin yanı sıra görüntüyü de kullanması onu büyülü bir niteliğe büründürmüştür.
           
İlk düzenli televizyon yayını 1936 yılında İngiltere’de başlamıştır. İngiltere’deki bu ilk düzenli yayının akabinde, televizyon, başta ABD ve diğer kıta Avrupa’sı ülkelerinde olmak üzere, dünyanın bir çok ülkesinde hızla yayılmış ve kabul görmüştür. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler televizyonun, yıllar içindeki yaygınlığını artırmış, onu neredeyse bütün insanlığın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir.

Televizyonun böylesi kitlesel bir teveccühle karşılaşmasının en temel sebebi, televizyonun insanların birden fazla ihtiyacına cevap verebilmesinden dolayıdır. İnsanlar televizyon aracılığıyla bilgi ve haber edinmek, eğitim ve kültür seviyelerini yükseltmek ve ayrıca boş zamanlarında hoşça vakit geçirip, eğlenmek ve dinlenmek ihtiyaçlarını karşılamak isterler. Televizyonun yoğun bir teveccühle karşılanmasının bir diğer sebebi ise, televizyon izlemenin para harcamak, okur yazar olmak, elit bir kültüre sahip olmak ve gündelik yaşam mekanlarını değiştirmek gibi bir takım zorunlulukları gerektirmemesidir.
           
Günümüz dünyasında hemen her yaş grubundan insan televizyonun izlerkitlesi arasında yer almaktadır. Ancak televizyonun en büyük izlerkitlesini oluşturanlar arasında çocuklar baş sırayı çekmektedir. Yetişkinler televizyon karşısında kısmen de olsa bilinçli ve istençli bir tavır geliştirebilmektedirler. Çocukların televizyon karşısında daha edilgin bir konumda olmaları, televizyon ve çocuk ilişkisini daha dikkate değer kılmaktadır. Çünkü televizyon her tür değerden bağımsız, bütünüyle nesnel bir araç değildir. Televizyon her durumda olumlu ya da olumsuz bir mesaj içerir. Çocuklar, televizyonun içerdiği mesaj ya da mesajlarla, yetişkinlere kıyasla büyüklerin dünyası tarafından manipüle edilmeye daha açık bir haldedirler.
           

Onun içindir ki, televizyon izleme edimi bilinçli bir alımlama süreci gerektirir. Televizyon izleme sürecinde çocukları daha bilinçli kılmanın yolu, onları televizyon yayınlarının her durumda bir mesaj içerdiği konusunda bilgilendirmektir. Ayrıca bu mesajların her zaman yorumlanabilir ve değerlendirilebilir oldukları konusunda çocukları bilgilendirmek, çocukların doğru ve yanlış mesaj arasındaki ayrımı yapabilmeleri açısından son derece önemlidir.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Türkiye’deki Medya Okuryazarlığı Uygulamaları

Türkiye’deki Medya Okuryazarlığı Uygulamaları

Türkiye’de toplumun, özellikle de çocukların ve gençlerin medyayla girdikleri ilişki, bu ilişkinin daha sağlam temellere oturtulmasını zorunlu kılmaktadır. Yapılan bilimsel araştırmalarda, Türkiye’deki televizyon izlenme oranının ortalama olarak günde 4–5 saat olduğu görülmektedir. Bir kişi yılın %19’unu televizyon izleyerek geçirmektedir. Kişinin yılın %33’ünü uyuyarak, %33’ünü çalışarak, %14’ünü de bu etkinliklerin dışında kalan etkinliklerle geçirdiği göz önüne alındığında bu oranın oldukça büyük olduğu ortaya çıkmaktadır. Çeşitli uluslar arası araştırma ve istatistikler de çocuklar da dâhil olmak üzere televizyon izlemenin, büyük bir zaman değerlendirme ya da başka bir deyişle zamanı tüketme olgusu olarak tezahür ettiğine parmak basmaktadır. Bir boş zaman aktivitesi olarak görülen televizyon izleme süreleri, yapılan uluslar arası istatistiklerde ortalama olarak günlük 2–4 saat olarak görülmektedir. Bu da tüm hayati aktivitelerden arta kalan zamanın televizyon karşısında tüketilmesi anlamına gelmektedir. Çocukların televizyon karşısında etkiye en açık, en hassas grubu oluşturduğu bir gerçektir. Çocuklar için, televizyon mesajlarına bu kadar açık olmanın diğer büyük bir tehlikesi de gerçeklik ile kurguyu ayırt edecek bir yaşta ve donanımda olmadıklarından dolayı, gördükleri her şeyi gerçeklik olarak algılayıp olabilirliğine inanmalarıdır. Bunun, bilimsel araştırmaların düzenli olarak 2–2,5 yaşında televizyon izlemeye başladıklarını ifade ettikleri çocuklar için ne kadar vahim bir durum olduğu da ortadadır. Yapılan bazı araştırmalar, ülkemizde çocukların televizyon izleme konusunda oldukça özgür olduklarını ortaya koymaktadır. 6–17 yaşları arasındaki çocuk ve gençler günde ortalama 3-4 saat televizyon izlemektedirler. Yine aynı yaş grubundaki çocuk ve gençlerin okul dışındaki birinci etkinliği televizyon izlemektir. Çocukların yılda yaklaşık olarak 900 saatini okulda, 1500 saatini ise ekran karşısında geçirdiği düşünüldüğünde durumun ciddiyeti daha da belirginleşmektedir. Ülkemizdeki çocukların %82’si televizyon izleme, istediği programı seçme ve istediği kadar ekran başında kalma kararlarını kendilerinin verdiğini söylemektedirler. Başka bir ifade ile söylersek, televizyonun yoğun etkisinin en hassas alıcısı durumundaki çocukların, maalesef  %82’lik gibi büyük bir kısmı, bu etkinliği, zamanını ve süresini kendileri tayin etmektedirler4.

Bütün bu araştırmalar ve bunlar üzerinde yapılan değerlendirmeler; görsel, işitsel ve yazılı medya karşısında savunmasız bir alıcı durumunda bulunan çocukların, ilköğretimden başlayarak medya karşısında bilinçlendirilmelerinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Böylelikle öğrenci; medya karşısında pasif bir alıcı olmak yerine, medyayı okuyabilecek, medyanın dilini çözebilecek bilinç düzeyine ulaşarak iletişim olgusunda aktif bir birey olarak yer alabilecektir.

Bu amaçla RTÜK bir proje hazırlamış ve medya okuryazarlığı dersinin ilköğretim programında seçmeli ders olarak okutulması yönünde harekete geçmiştir.  Teklifi Milli Eğitim Bakanlığı’na ve Talim Terbiye Kulunu’na götüren RTÜK uzmanları olumlu karşılık almışlar ve varılan anlaşma çerçevesinde RTÜK uzmanları Amerika ve Avrupa’da literatür çalışması yapmışlardır. Dersin program taslağı, iletişim akademisyenleriyle birlikte hazırlanmış, çalışmaların neticelenmesi ve 22 Ağustos 2006 tarihinde RTÜK ile TTK arasında konuya ilişkin protokolün imzalanmasının ardından 2006-2007 eğitim yılında 5 ilköğretim okulunda pilot uygulamanın başlaması kararlaştırılmıştır. 5 ildeki beş ilköğretim okulunda toplam 780 yedinci sınıf öğrencisi medya okuryazarlığı dersi almıştır. Medya okuryazarlığı dersi kapsamında öğrencilere, kitle iletişim araçlarının işlevleri, amaçları, önemi, medya okuryazarlığının anlamı, televizyon yayıncılığı ve program türleri, televizyonun etkileri, televizyon izleme alışkanlıkları, program analizleri, akıllı işaretler, radyonun işlevleri ve etkileri, gazete, dergi haberleri, internet kullanımı konularında bilgiler verilmektedir. Medya okuryazarlığı dersinin 2007-2008 öğretim yılından itibaren tüm Türkiye’deki ilköğretim okullarında 6,7 ve 8. sınıflarda seçmeli ders olarak okutulması planlanmaktadır.

Bu ders kapsamında Televizyon karşısında en hassas ve etkiye en açık grubu oluşturan çocukların ekranda izlediklerini, “gerçeklik” ve “kurgu” bakımında ayırt etme becerisini de kazanmaları amaçlanmaktadır. Medyanın olayları ve olguları nasıl ve neden belli yönleriyle yansıttığı çocuklara anlatılmakta ve insanların ilköğretim çağından başlayarak medyaya eleştirel bakabilen, bilinçli alıcılar olarak yetiştirilmeleri amaçlanmaktadır. Bireyler, var olan gerçeklik ile medyada sunulan gerçeklik arasındaki farkı ne kadar erken yaşta öğrenip idrak etmeye başlarlarsa, medyanın üzerlerindeki olumsuz etkilerini de o ölçüde aza indireceklerdir. Medya okuryazarlığı dersinde öğrencilerin medyanın sunduğu enformasyonun sübjektif, dikkatlice seçilmiş, belli bir bakış açısına göre kurgulanmış ve birtakım etkilerle oluşturulmuş bir yeniden üretim olduğunu kavramaları sağlanmaktadır. Medya kuruluşlarının birer ticari aygıt olarak insanların üzerinde, reklâmlar, filmler, müzikler vb. aracılığıyla nasıl bir tüketim iştahı oluşturma işlevi üstlendikleri vurgulanmaktadır.

Medya Okuryazarlığı Dersi Öğretim Programı oluşturmacı (inşâcı) yaklaşımla hazırlanmıştır. Bu yaklaşıma göre öğrenciler, uzak ya da yakın geçmişte, çevresinde gözlediği ve bilgiye dönüştürdüğü veriler veya eğitim kurumunda edindiği bilgilerle bu derste elde edeceği verileri ve edineceği bilgileri birbiri ile ilişkilendirecek, böylelikle öğretmenin de rehberliğinde kendisi yepyeni bazı beceri ve değerlere ulaşacaktır. Programda, genel amaç ve kazanımların yanı sıra bazı temel beceri ve değerlerin verilmesi, öğrencilerin kazanımlar yoluyla bu beceri ve değerleri elde etmeleri amaçlanmıştır. Programın genel amaçları şunlardır:

·         Medyayı doğru okuyarak yaşadığı çevreye duyarlı, ülkesinin Problemlerini bilen, medyada gördüklerini aklın süzgecinden geçirecek bilinç kazanır.
·         Televizyon, video, sinema, reklâmlar, internet gibi ortamlardaki mesajlara ulaşarak bunları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği elde eder.
·         Yazılı, görsel, işitsel medyaya yönelik eleştirel bakış açısı kazanır.
·         Mesajların oluşturulmasına ve analizine dönük olarak cevap bulmaktan soru sorma sürecine doğru bir değişimi gündeme getirir.
·         Bilinçli bir medya okuryazarı olur.
·         Toplumsal yaşama daha aktif ve yapıcı şekilde katılır.
·         Kamu ve özel yayıncılığın daha olumlu noktalara taşınması noktasında duyarlılık oluşturulmasına katkı sağlar5.

Program çerçevesinde çeşitli değer ve kazanımların öğrencilere aktarılması amaçlanmakta ve bu amaçla çeşitli etkinliklerle ders zenginleştirilmektedir. Ders kapsamında öğrencilere, özel yaşamın gizliliğine saygı, estetik duyarlılık, dürüstlük, sorumluluk, etik kurallara bağlılık, farklılıklara saygı duyma, kültürel mirası yaşatmaya duyarlılık, aile kurumuna önem verme, bilimsellik, dayanışma ve duyarlılık gibi değerler kazandırılmaya çalışılmaktadır. Etkinlikler, öğrenci merkezli ve öğrenme sürecinde öğrencinin etkin bir rol üstlenmesini sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Örneğin, öğrencinin sadece kitap okuyarak veya öğretmeni dinleyerek bilgi edinmesi veya beceri geliştirmesi yerine; sınıfta arkadaşlarıyla tartışarak, görüşlerini açıklayarak, sorgulayarak, başka arkadaşlarına aktararak öğrenme sürecine etkin olarak katılması amaçlanmıştır. Öğrencilerin birbirleriyle ve öğretmenlerle karşılıklı iletişime ve etkileşime girmelerini, birbirlerine açık uçlu ve anlamlı sorular sormalarını, araştırma yapmalarını sağlayıcı etkinliklere de yer verilmiştir.

Sorun iletişim teknolojisinin hızlı gelişmesi ve medyanın erişim alanlarının genişlemesine koşut olarak medyanın etkisinin artması, çocukların, gençlerin ve toplumun geniş kesimlerinin medyanın amaçları, yapısı, üretim ve çalışma esasları konularında yeterince bilgili ve bilinçli olmamalarıdır. Medya, insanların yaşantı ve deneyim çevrenini genişletmekte ancak aynı zamanda onların birincil deneyimlerini sınırlandırmakta ve kendisine bağımlılıklarını arttırmaktadır. Bu nedenle bireylere medya okuryazarlığı yetisinin kazandırılması gerekmektedir. Sembolik görselliğin giderek egemen olmaya başladığı çağımızda bireylerin, özellikle de çocukların ve gençlerin medyayı ve üretimlerini anlayabilmeleri için sembolleri ve kodları deşifre edebilme yeteneklerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Medya okuryazarlığının amacı yalnızca medyanın olumsuz etkilerinin bilişsel olarak giderilmesi için beceri ve yeteneklerin kazandırılması değildir; amaç giderek daha güçlü bir şekilde medya tarafından belirlenen yaşam alanının korunmasıdır6.


Bu noktada ebeveynlere de önemli görevler düşmektedir. Onlar da medya ortamı hakkında bilgilenmek ve birer medya okuryazarı olmak zorundadırlar bugün. Dar bir akademik çerçevede tartışılan medya okuryazarlığı, RTÜK ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın projesiyle birlikte toplumsal gündemde önemli bir ağırlığa sahip olmuş ve medyayı bilmek toplumun tüm kesimleri açısından önem kazanmıştır. Bu dersle birlikte daha önce üzerine düşünmedikleri bir konuda bilgi sahibi olup bilinçlenmeye başlayan çocuklarına eşlik etmek ve onlara derslerinde yardımcı olmak tüm anne babaların görevidir. O halde çocukların iyi birer medya okuryazarı olmalarının yolunun, anne ve babaların da iyi birer medya okuryazarı olmasından geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Bu bağlamda ebeveynlerin medyayı mümkün olduğunca etkin ve yararlı kullanabilmeleri daha sağlıklı bir toplum için yüklenilmesi gereken bir sorumluluktur.