12 Haziran 2013 Çarşamba

Kamusal Yayıncılık

Kamusal Yayıncılık  

Türkiye’de kamusal yayıncılık üzerine ilk girişim, Kurtuluş Savaşı yıllarında önemi anlaşılan haberleşme ihtiyacını karşılamak üzere Cumhuriyet’in ilk yıllarında gelir.  Ulusal sınırlar içersinde ve tabi ki dünya ile irtibat halinde olabilmek adına başlatılan çalışmalar sonucu, 1925 yılında Telsiz Tesisi Hakkında kanun çıkarılmış ve bu kanun çerçevesinde PTT, Milli Müdafaa ve Bahriye Bakanlıkları tarafından ihale koşulları hazırlanarak verici istasyonlarının kuruluşu için ihaleye gidilmiştir. İhale sonucu Fransız T.S.F. şirketi ile anlaşmaya varılmış ve bir yıl sonra Ankara ve İstanbul’da 20 ile 250 KW arasında değişen güçte vericilerin inşaatına başlanmıştır. 1927 yılında bu vericilerin devreye girmesi sonucu New York, Viyana, Londra, Berlin, Moskova ve Tahran gibi önemli merkezlerle irtibata geçilebilmiştir.

Aynı dönemde radyonu öneminin siyasal iktidarlarca anlaşılması ve bu güçten yararlanılmak istenmesi nedeniyle güçleri 20-50 KW arasında değişen bu vericilerden ikisine radyo yayını yapacak donanım eklenmiştir. Böylece Türkiye’de ilk radyo yayını 6 Mayıs 1927’de İstanbul Büyük Postanesi’nin kapısı üzerine yerleştirilen bir vericiden halka müzik dinletilerek yapılmıştır. Ankara’da ise ilk radyo yayını kesin olmamakla birlikte 1927 Kasım’ından itibaren başlamıştır.

Temel olarak Türkiye’de yayıncılık adına üç ayrı dönemden söz edilebilir. Özel Şirket, Devlet Radyosu ve 27 mayıs sonrası TRT ile başlayan birbirinden farklı bu dönemlerin gelişimi üzerinde, o yılların  siyasi ve ekonomik atmosferi oldukça etkilidir.

Türkiye’de ilk dönem, devlet eliyle ulusal bir burjuvazi yaratma çalışmaları ile yakından ilgilidir. Bu bağlamda Fransız T. S. F şirketi ile yapılan anlaşma gereğince kurulan istasyonlara, daha sonraki tarihlerde eklenen yeni donanımlar yardımı ile başlayan radyo yayıncılığı da eklenmiştir. Burada gözden kaçmaması gereken önemli bir nokta da, bu vericiler kurulurken tıpkı BBC örneğinde olduğu gibi, Türkiye İş Bankası, Anadolu Ajansı be başka birkaç şirketin katılımıyla kurulan Telsiz telefon Türk A.Ş. adı altındaki bir şirket ile İç işleri bakanlığının on yıllığına yaptığı devir anlaşmasıdır. TTTAŞ dönemi olarak belirlenen radyonun ilk on yıllık dönemi, yayıcılık konusunda çalışanların bilgi ve deneyim yetersizlikleri, ülkenin içinde bulunduğu ve çoğunlukla dünyadaki ekonomik gelişmelere bağlı sıkıntılar,… gibi etkenler ticari bir işletme öngörüsü ile reklam gelirlerinden elde edilecek kazanç temelinde kurulan özel radyo girişiminin son bulmasına neden olmuştur.

Bu tarihten itibaren 1929 dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle devlet eliyle kalkınmanın gerçekleştirilebileceği düşüncesi egemen olmuş, devlet tüm üretim alanlarında etkin bir rol oynamaya başlamıştır. Bu bağlamda yayıncılık alanında da etkin bir millileştirme politikası güdülmüş ve ilk iş olarak 120 KW’lık bir radyo istasyonunun, Ankara’da kurulma çalışmaları Devlet tarafından başlatılmıştır. Bu istasyonun 1938 yılında yayına başlamasından hemen önce, radyo 1937’de 3222 sayılı yasa gereği PTT Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Ancak radyo yayın hizmetlerinin devlet eliyle yürütülmesi bu yasa ile değil, 18 Ağustos 1936’da bir kararname ile sağlanabilmiştir.

1936-40 dönemi sonunda İkinci Dünya Savaşı dönemi başlamıştır ve bu dünya yayıncılığı açısından durgunluk dönemi olarak adlandırılır. Ancak bu dönem radyonun işlev açısından toplumda en çok aranan haber alma aracı olarak ön plana geçtiği bir dönem olmuştur.  Dönemin özelliği nedeniyle radyo, hükümet yanlı, halk yönlü bir kullanıma girmiştir. 1939’da savaşın başlamasıyla radyonun rolünü daha iyi anlayan hükümet, radyoya ve radyo hizmetine yeni bir şekil vermiştir. 22 Mayıs 1940 tarihinde, 3837 sayılı yasayla ‘Matbaat Umum Müdürlüğü’ kurulmuş, böylece İçişleri Bakanlığı’ndan basın, PTT Genel Müdürlüğü’nden de Radyo yayınları bu müdürlüğe bağlı hale getirilmiştir.

İkinci Dünya savaşı sonrası Türkiye’de önemli siyasal ve ekonomik gelişmeler gerçekleşmiştir. Tek partili yaşamdan çok partili yaşama geçilmiş, 23 yıl süren tek parti yönetiminin ardından, Türkiye 1946 yılında ilk kez çok partili seçimlere tanıklık etmiş ve muhalefet partisi Demokrat Parti, bu tarihten sonra yapılan 1950, 1954 ve 1957 genel seçimlerini kazanmış, 1960’lı yılların başına kadar ülkeyi yönetmiştir. Ayrıca bu tarihte dünya ile entegre olma çabaları giderek derinleşmiş, Marshall yardımları ile başlayan Amerika Türkiye yakınlaşması birçok alanda yeni ortaklıkların gelişimine neden olmuştur. Ayrıca NATO üyeliği yine bu dönemde gerçekleşmiştir. Ancak tüm bu olumlu ya da olumsuz yönleriyle tartışılabilecek gelişmelere karşın DP, tek parti egemenliğini her alanda etkin hale getirmeye çalışmış, iktidar uygulamalarına yöneltilecek eleştirileri bertaraf etmek için dikta rejimlerine özgü tedbirler geliştirmiş, bu bağlamda radyo da DP’nin sesi haline gelmiştir. Dolayısıyla bu dönem partizan radyoculuk dönemi olarak adlandırılarak tarihe geçmiştir. Kısaca bu dönemde radyo DP’nin propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle bu dönem devlet radyoculuğu olarak adlandırılır. Bütün bunların yanı sıra, içerik ve yapılanma anlamında bazı değişiklikler ve gevşemeler söz konusu olsa da, bu gelişmeler Avrupa’da meydana gelen değişiklikler ve özerk yapılanmalar karşısında çok da etkili olmamış ve devlet radyoyu tamamen kendi için bir iktidar aracı haline getirmiştir.

DP uygulamaları karşısında gerçekleşen 1960 müdahalesi ve sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası, tüm diğer alanlarda olduğu gibi yayıncılık alanında da değişik düzenlemeleri öngörmüştür. Bu düzenlemelerin amacı devlet denetiminde iktidarın sesi haline gelen radyo yayıncılığını özerk bir hale getirerek bağımsızlaştırmak ve aynı zamanda geç kalınmış TV yayıncılığını başlatmaktır. Bu amaçla çıkarılan 1.1.1964 tarihli 359 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon yasası ile TRT kurulmuştur. TRT yasası ile getirilen yayın ilkeleri şunlar olmuştur:

“Her türlü Radyo-TV yayınları tarafsızlık ilkesine uygun olarak yapılır. Haber ve programların seçilmesinde ve sunulmasında,  kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine getirilmesinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu görüşüne bağlı; insan haklarına dayanan milli demokratik, laik ve sosyal cumhuriyetin, milli güvenliğin ve genel ahlakın gereklerine uygun; Atatürk devrimlerinin, Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyine erişmesini öngören dünya görüşünü yerleştirici ve geliştirici olmak, TRT’ye yasa ile verilmiş bir görevdir…8

Bu tarihten sonra TRT’nin teknik ve eleman gereksinimlerini gidermek amacıyla değişik çalışmalar yapılmış ve 1964 tarihinde eğitilerek TV hizmetlerinde çalıştırmak üzere eleman alımına gidilmiştir. TRT 1966 tarihinde Federal Alman Hükümetinin verdiği cihazların kullanımı ile Mithat Paşa caddesinde eğitim çalışmalarına başlamış ve 31 Ocak 1968 tarihinde haftada üç gün olarak düzenli yayına geçmiştir. 15.5.1974’de ise haftanın her günü yayın yapılmaya başlanmıştır.  Tüm bu gelişmelere rağmen mali ve teknik zorunlulukların karşılanamaması ve dünya ile karşılaştırıldığında TV yayıncılığı konusunda yaşanan gelişmeler karşısında oldukça geride kalınması gibi etkenler TRT için özerk yılların sonunu hızlandırmıştır. Ayrıca yaşanan siyasi ve toplumsal gerginlikler nedeniyle hedef haline gelmiş ve 12 Mart müdahalesi ile 1971 yılında özerkliği sona ermiştir. Bu tarihten sonra TRT, her iktidar döneminin hedefi olan bir kurum haline gelmiş ve iktidarın politik uygulamaları için önemli bir icraat seslendiricisi halini almıştır. 12 Eylül 1980 müdahalesini izleyen yıllarda ANAP iktidarı ile birlikte uygulanmasına başlanan liberal ekonomi politikaları neticesinde TRT ile birlikte hiçbir düzenlenmeye gidilmeden özel televizyonculuk yayını, TRT yayıncılığına alternatif, çok sesli bir yapı ile büyük bir toplumsal desteği de arkasına almıştır.  Ancak, herhangi bir kurala tabi olmayan ve reklam gelirlerine bağlı ticari bir işletme mantığı ile çalışan bu yayıncılık anlayışı büyük bir karmaşaya ve başı boşluğa neden olmuş, bu karmaşıklığı gidermek amacı ile de 1993 yılında çıkartılan ‘Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’ çerçevesine ‘Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ kurulmuştur9. Kısaca 1990’lı yıllara kadar geçen sürede yayıncılık alanında meydana gelen gelişmeleri özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir:

20 Eylül 1971’de Anayasa’nın 121. Maddesi değiştirilerek, TRT’nin özerkliğine son verilmiştir. TRT artık (maddeden “özerk” sözcüğü kaldırılmıştı) sadece “tarafsız” bir kamu tüzel kişiliği olarak tanımlanmıştır.

Yine 1971’de İTÜ ile TRT arasında iş birliği sonucu bir protokol imzalanmış ve 30 Ağustos günü İstanbul’da TRT’nin TV yayını başlamıştır. Aynı yılın Eylül ayında da İzmir televizyonu devreye girmiştir. Eskişehir’e ve Balıkesir’e de izleyen bir yıl içinde TV yayınları ulaştırılabilmiştir.

Televizyon yayınları ise, 1970’lerin ortasında, ülke yüzölçümünün yüzde 28’ine, nüfusun ise yüzde 55’ine ulaşmıştır. 1980’de, ülke nüfusunun yüzde 74’ü TV yayınlarını izleyebilmiştir. 1972’de TRT yasasındaki değişiklerden sadece bir hafta önce, ani bir kararla televizyonda da reklam yayınları başlamıştır. 1980’de, artık TRT, yüksek oranda reklam geliri elde etmeye başlamıştır.

Eylül 1980 ile Kasım 1983 arasındaki dönem, baskıcı bir askeri yönetim dönemi olarak, radyo ve televizyon alanında da, TRT’nin doğrudan askeri rejimin yönetimi altına girmesiyle nitelendirilmektedir.

1982 Anayasası’nın 133. Maddesinde askeri yönetimin uygulamalarına karşın, 1972’deki gibi, radyo ve televizyon istasyonlarının ancak devlet eliyle kurulabileceği ve idarelerinin de bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceği; esas olarak da, tarafsızlık ilkesinin gözetileceği belirtilmiştir.

11 Kasım 1983’te İhtisas Komisyonu’nca hazırlanan bir başka kanun ise, Milli Konseyi’nde kabul edilen, Danışma Meclisi’ne bile gönderilmeyen ve 1 Ocak 1984’te yürürlüğe giren 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’dur. Bu kanun, TRT çerçevesinde hazırlanan bir kanun olmasına ve yayın tekeli TRT’nin elinde olmasına rağmen Türkiye’deki bütün radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin bir kanun olarak nitelendirilmiş ve Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) kurulmuştur. RTYK, bütün yayınların gözetimi ve denetimi ile genel ilkeleri saptamakla yükümlü olmuştur.  

Büyük bir teknik gelişim sayılabilecek renkli televizyon yayını 1 Temmuz 1984’te başlamıştır.

6 Ekim 1986’da TRT 2, 1-2 Ekim 1989’da TV 3 ve GAP-TV yayına geçmiştir. . Dördüncü TV kanalı, TRT-INT ve Telegün (teletekst) yayınları ise, 1990’da başlamıştır.

Ayrıca, TRT 1985’ten başlayarak TRT dışında yapılan yapımlara yayınlarında yer vermeye başlamıştır. Bu gelişme, reklam yayınlarına yer veren TRT için yeni bir tür tecimselleşme anlamı taşımaktadır. Ayrıca, 1990’dan sonra sponsorlu programlara ayrılan saatlerde de artış olmuştur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder