Kamusal Yayıncılık
Türkiye’de
kamusal yayıncılık üzerine ilk girişim, Kurtuluş Savaşı yıllarında önemi
anlaşılan haberleşme ihtiyacını karşılamak üzere Cumhuriyet’in ilk yıllarında
gelir. Ulusal sınırlar içersinde ve tabi
ki dünya ile irtibat halinde olabilmek adına başlatılan çalışmalar sonucu, 1925
yılında Telsiz Tesisi Hakkında kanun çıkarılmış ve bu kanun çerçevesinde PTT,
Milli Müdafaa ve Bahriye Bakanlıkları tarafından ihale koşulları hazırlanarak
verici istasyonlarının kuruluşu için ihaleye gidilmiştir. İhale sonucu Fransız
T.S.F. şirketi ile anlaşmaya varılmış ve bir yıl sonra Ankara ve İstanbul’da 20
ile 250 KW arasında değişen güçte vericilerin inşaatına başlanmıştır. 1927
yılında bu vericilerin devreye girmesi sonucu New York, Viyana, Londra, Berlin,
Moskova ve Tahran gibi önemli merkezlerle irtibata geçilebilmiştir.
Aynı dönemde
radyonu öneminin siyasal iktidarlarca anlaşılması ve bu güçten yararlanılmak
istenmesi nedeniyle güçleri 20-50 KW arasında değişen bu vericilerden ikisine
radyo yayını yapacak donanım eklenmiştir. Böylece Türkiye’de ilk radyo yayını 6
Mayıs 1927’de İstanbul Büyük Postanesi’nin kapısı üzerine yerleştirilen bir
vericiden halka müzik dinletilerek yapılmıştır. Ankara’da ise ilk radyo yayını
kesin olmamakla birlikte 1927 Kasım’ından itibaren başlamıştır.
Temel olarak
Türkiye’de yayıncılık adına üç ayrı dönemden söz edilebilir. Özel Şirket,
Devlet Radyosu ve 27 mayıs sonrası TRT ile başlayan birbirinden farklı bu
dönemlerin gelişimi üzerinde, o yılların
siyasi ve ekonomik atmosferi oldukça etkilidir.
Türkiye’de ilk
dönem, devlet eliyle ulusal bir burjuvazi yaratma çalışmaları ile yakından
ilgilidir. Bu bağlamda Fransız T. S. F şirketi ile yapılan anlaşma gereğince
kurulan istasyonlara, daha sonraki tarihlerde eklenen yeni donanımlar yardımı
ile başlayan radyo yayıncılığı da eklenmiştir. Burada gözden kaçmaması gereken
önemli bir nokta da, bu vericiler kurulurken tıpkı BBC örneğinde olduğu gibi,
Türkiye İş Bankası, Anadolu Ajansı be başka birkaç şirketin katılımıyla kurulan
Telsiz telefon Türk A.Ş. adı altındaki bir şirket ile İç işleri bakanlığının on
yıllığına yaptığı devir anlaşmasıdır. TTTAŞ dönemi olarak belirlenen radyonun
ilk on yıllık dönemi, yayıcılık konusunda çalışanların bilgi ve deneyim
yetersizlikleri, ülkenin içinde bulunduğu ve çoğunlukla dünyadaki ekonomik
gelişmelere bağlı sıkıntılar,… gibi etkenler ticari bir işletme öngörüsü ile
reklam gelirlerinden elde edilecek kazanç temelinde kurulan özel radyo
girişiminin son bulmasına neden olmuştur.
Bu tarihten
itibaren 1929 dünya ekonomik bunalımının da etkisiyle devlet eliyle kalkınmanın
gerçekleştirilebileceği düşüncesi egemen olmuş, devlet tüm üretim alanlarında
etkin bir rol oynamaya başlamıştır. Bu bağlamda yayıncılık alanında da etkin
bir millileştirme politikası güdülmüş ve ilk iş olarak 120 KW’lık bir radyo
istasyonunun, Ankara’da kurulma çalışmaları Devlet tarafından başlatılmıştır.
Bu istasyonun 1938 yılında yayına başlamasından hemen önce, radyo 1937’de 3222
sayılı yasa gereği PTT Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Ancak radyo yayın hizmetlerinin
devlet eliyle yürütülmesi bu yasa ile değil, 18 Ağustos 1936’da bir kararname
ile sağlanabilmiştir.
1936-40 dönemi
sonunda İkinci Dünya Savaşı dönemi başlamıştır ve bu dünya yayıncılığı
açısından durgunluk dönemi olarak adlandırılır. Ancak bu dönem radyonun işlev
açısından toplumda en çok aranan haber alma aracı olarak ön plana geçtiği bir
dönem olmuştur. Dönemin özelliği
nedeniyle radyo, hükümet yanlı, halk yönlü bir kullanıma girmiştir. 1939’da
savaşın başlamasıyla radyonun rolünü daha iyi anlayan hükümet, radyoya ve radyo
hizmetine yeni bir şekil vermiştir. 22 Mayıs 1940 tarihinde, 3837 sayılı
yasayla ‘Matbaat Umum Müdürlüğü’ kurulmuş, böylece İçişleri Bakanlığı’ndan
basın, PTT Genel Müdürlüğü’nden de Radyo yayınları bu müdürlüğe bağlı hale getirilmiştir.
İkinci Dünya
savaşı sonrası Türkiye’de önemli siyasal ve ekonomik gelişmeler
gerçekleşmiştir. Tek partili yaşamdan çok partili yaşama geçilmiş, 23 yıl süren
tek parti yönetiminin ardından, Türkiye 1946 yılında ilk kez çok partili
seçimlere tanıklık etmiş ve muhalefet partisi Demokrat Parti, bu tarihten sonra
yapılan 1950, 1954 ve 1957 genel seçimlerini kazanmış, 1960’lı yılların başına
kadar ülkeyi yönetmiştir. Ayrıca bu tarihte dünya ile entegre olma çabaları
giderek derinleşmiş, Marshall yardımları ile başlayan Amerika Türkiye
yakınlaşması birçok alanda yeni ortaklıkların gelişimine neden olmuştur. Ayrıca
NATO üyeliği yine bu dönemde gerçekleşmiştir. Ancak tüm bu olumlu ya da olumsuz
yönleriyle tartışılabilecek gelişmelere karşın DP, tek parti egemenliğini her
alanda etkin hale getirmeye çalışmış, iktidar uygulamalarına yöneltilecek
eleştirileri bertaraf etmek için dikta rejimlerine özgü tedbirler geliştirmiş,
bu bağlamda radyo da DP’nin sesi haline gelmiştir. Dolayısıyla bu dönem
partizan radyoculuk dönemi olarak adlandırılarak tarihe geçmiştir. Kısaca bu
dönemde radyo DP’nin propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Bu nedenle bu
dönem devlet radyoculuğu olarak adlandırılır. Bütün bunların yanı sıra, içerik
ve yapılanma anlamında bazı değişiklikler ve gevşemeler söz konusu olsa da, bu
gelişmeler Avrupa’da meydana gelen değişiklikler ve özerk yapılanmalar
karşısında çok da etkili olmamış ve devlet radyoyu tamamen kendi için bir
iktidar aracı haline getirmiştir.
DP uygulamaları
karşısında gerçekleşen 1960 müdahalesi ve sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası,
tüm diğer alanlarda olduğu gibi yayıncılık alanında da değişik düzenlemeleri
öngörmüştür. Bu düzenlemelerin amacı devlet denetiminde iktidarın sesi haline
gelen radyo yayıncılığını özerk bir hale getirerek bağımsızlaştırmak ve aynı
zamanda geç kalınmış TV yayıncılığını başlatmaktır. Bu amaçla çıkarılan
1.1.1964 tarihli 359 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon yasası ile TRT
kurulmuştur. TRT yasası ile getirilen yayın ilkeleri şunlar olmuştur:
“Her türlü
Radyo-TV yayınları tarafsızlık ilkesine uygun olarak yapılır. Haber ve
programların seçilmesinde ve sunulmasında,
kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine getirilmesinde, devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu görüşüne bağlı; insan haklarına
dayanan milli demokratik, laik ve sosyal cumhuriyetin, milli güvenliğin ve
genel ahlakın gereklerine uygun; Atatürk devrimlerinin, Türk toplumunun çağdaş
uygarlık düzeyine erişmesini öngören dünya görüşünü yerleştirici ve geliştirici
olmak, TRT’ye yasa ile verilmiş bir görevdir…8”
Bu tarihten
sonra TRT’nin teknik ve eleman gereksinimlerini gidermek amacıyla değişik
çalışmalar yapılmış ve 1964 tarihinde eğitilerek TV hizmetlerinde çalıştırmak
üzere eleman alımına gidilmiştir. TRT 1966 tarihinde Federal Alman Hükümetinin
verdiği cihazların kullanımı ile Mithat Paşa caddesinde eğitim çalışmalarına
başlamış ve 31 Ocak 1968 tarihinde haftada üç gün olarak düzenli yayına
geçmiştir. 15.5.1974’de ise haftanın her günü yayın yapılmaya başlanmıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen mali ve teknik
zorunlulukların karşılanamaması ve dünya ile karşılaştırıldığında TV
yayıncılığı konusunda yaşanan gelişmeler karşısında oldukça geride kalınması
gibi etkenler TRT için özerk yılların sonunu hızlandırmıştır. Ayrıca yaşanan
siyasi ve toplumsal gerginlikler nedeniyle hedef haline gelmiş ve 12 Mart
müdahalesi ile 1971 yılında özerkliği sona ermiştir. Bu tarihten sonra TRT, her
iktidar döneminin hedefi olan bir kurum haline gelmiş ve iktidarın politik
uygulamaları için önemli bir icraat seslendiricisi halini almıştır. 12 Eylül
1980 müdahalesini izleyen yıllarda ANAP iktidarı ile birlikte uygulanmasına
başlanan liberal ekonomi politikaları neticesinde TRT ile birlikte hiçbir
düzenlenmeye gidilmeden özel televizyonculuk yayını, TRT yayıncılığına
alternatif, çok sesli bir yapı ile büyük bir toplumsal desteği de arkasına
almıştır. Ancak, herhangi bir kurala
tabi olmayan ve reklam gelirlerine bağlı ticari bir işletme mantığı ile çalışan
bu yayıncılık anlayışı büyük bir karmaşaya ve başı boşluğa neden olmuş, bu
karmaşıklığı gidermek amacı ile de 1993 yılında çıkartılan ‘Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’ çerçevesine ‘Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu’ kurulmuştur9. Kısaca 1990’lı yıllara kadar geçen sürede
yayıncılık alanında meydana gelen gelişmeleri özetlemek gerekirse şunlar
söylenebilir:
20 Eylül 1971’de
Anayasa’nın 121. Maddesi değiştirilerek, TRT’nin özerkliğine son verilmiştir.
TRT artık (maddeden “özerk” sözcüğü kaldırılmıştı) sadece “tarafsız” bir kamu
tüzel kişiliği olarak tanımlanmıştır.
Yine 1971’de İTÜ
ile TRT arasında iş birliği sonucu bir protokol imzalanmış ve 30 Ağustos günü
İstanbul’da TRT’nin TV yayını başlamıştır. Aynı yılın Eylül ayında da İzmir
televizyonu devreye girmiştir. Eskişehir’e ve Balıkesir’e de izleyen bir yıl
içinde TV yayınları ulaştırılabilmiştir.
Televizyon
yayınları ise, 1970’lerin ortasında, ülke yüzölçümünün yüzde 28’ine, nüfusun
ise yüzde 55’ine ulaşmıştır. 1980’de, ülke nüfusunun yüzde 74’ü TV yayınlarını
izleyebilmiştir. 1972’de TRT yasasındaki değişiklerden sadece bir hafta önce,
ani bir kararla televizyonda da reklam yayınları başlamıştır. 1980’de, artık
TRT, yüksek oranda reklam geliri elde etmeye başlamıştır.
Eylül 1980 ile
Kasım 1983 arasındaki dönem, baskıcı bir askeri yönetim dönemi olarak, radyo ve
televizyon alanında da, TRT’nin doğrudan askeri rejimin yönetimi altına
girmesiyle nitelendirilmektedir.
1982
Anayasası’nın 133. Maddesinde askeri yönetimin uygulamalarına karşın, 1972’deki
gibi, radyo ve televizyon istasyonlarının ancak devlet eliyle kurulabileceği ve
idarelerinin de bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceği; esas olarak da,
tarafsızlık ilkesinin gözetileceği belirtilmiştir.
11 Kasım 1983’te
İhtisas Komisyonu’nca hazırlanan bir başka kanun ise, Milli Konseyi’nde kabul
edilen, Danışma Meclisi’ne bile gönderilmeyen ve 1 Ocak 1984’te yürürlüğe giren
2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu’dur. Bu kanun, TRT çerçevesinde
hazırlanan bir kanun olmasına ve yayın tekeli TRT’nin elinde olmasına rağmen
Türkiye’deki bütün radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin bir kanun olarak
nitelendirilmiş ve Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) kurulmuştur. RTYK,
bütün yayınların gözetimi ve denetimi ile genel ilkeleri saptamakla yükümlü
olmuştur.
Büyük bir teknik
gelişim sayılabilecek renkli televizyon yayını 1 Temmuz 1984’te başlamıştır.
6 Ekim 1986’da
TRT 2, 1-2 Ekim 1989’da TV 3 ve GAP-TV yayına geçmiştir. . Dördüncü TV kanalı,
TRT-INT ve Telegün (teletekst) yayınları ise, 1990’da başlamıştır.
Ayrıca, TRT
1985’ten başlayarak TRT dışında yapılan yapımlara yayınlarında yer vermeye
başlamıştır. Bu gelişme, reklam yayınlarına yer veren TRT için yeni bir tür
tecimselleşme anlamı taşımaktadır. Ayrıca, 1990’dan sonra sponsorlu programlara
ayrılan saatlerde de artış olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder